Dienstag, 10. Mai 2016

resimler ve yorumlar habervaktim.com Ünlü Türkolog Kayıların başarısının sırrını açıkladı


habervaktim.com
Ünlü Türkolog Kayıların başarısının sırrını açıkladı
HABERVAKTİM YAZARLARI

Ünlü Türkoloji uzmanı Kemal Eraslan Kayıların başarılarının sırrının töreye olan bağlılık olduğunu söyledi.

ESKADER’in düzenlemiş olduğu Bâbıâli Sohbetleri’nin 290’ncısı Timaş Kitapkahve’de gerçekleştirildi. “Türkistan’dan Dünyaya Yayılan İrfan Güneşi Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri” başlıklı toplantının takdimini Mehmet Nuri Yardım yaparken; konuşmacı olarak Hoca Ahmet Yesevi’ye bir ömür adayan; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi ve Türkoloji dünyasının tanınmış bilgini Prof. Dr. Kemal Eraslan katıldı.

Prof. Dr. Kemal Eraslan, sözlerine şöyle başladı: “24 Oğuz boyu içinde varlık gösteren ve Türk birliğini kuran Kayı Boyu’dur. Kayı Boyunun öne çıkması ve Türk Birliğini kurmasındaki etken, töreye bağlılık ve bir ideale sahip olmaktır. Oğuzname’de işaretler vardır. ‘Bir yere yerleşmezsek yok oluruz.’ diyor. Türkler üç grup halinde yaşıyor, Oğuz Boyları da bu üç gruptan biri. Biri doğu grubu, doğu grubunu temsil eden Uygurlar, bugünkü Çin’ e bağlı Uygurlar ve devamında Özbekler. İkinci grup batı grubu. Batı grubunun da temsilcisi Oğuzlar ve Türkmenler, aslında Türkmen ile Oğuz aynı, İslâmiyet’ten sonra Müslüman olan Oğuzlar’a Türkmen demişler. Daha sonra Oğuzlar da Müslüman oluyor. Üçüncü grup Kuzey grubu, bu grubun temsilcileri de Kazaklar, Kırgızlar. Türklerin gücünü ilk defa birleştiren, tek bir idare altında toplayan Göktürkler. Göktürkler’in dağılmalarına sebep, Çinlilerin çeşitli siyasi manevralarıdır. Tarihte süre bakımından devam eden en büyük imparatorluk, altı asır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğudur.

“DİN EN BÜYÜK BİRLEŞTİRİCİ UNSURDUR”

Orta Asya’nın tarih sahnesindeki yeri üzerinde duran Eraslan, sözlerine şöyle devam etti:

“Uygurlar Müslüman olmadan önce Oğuzlar ve Türkmenler’in batıya doğru gelişleriyle Araplar ile temas kurdular. Daha sonra coğrafi ve sosyal şartlar, inanış bakımından uygun bulma gibi etkenler ile İslâmiyet’i kabul ediyorlar. İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Türkler daha büyük bir varlık gösteriyorlar. Din en büyük faktör olarak birleştirici unsur oluyor.

11 ve 12’nci asra gelindiğinde Orta Asya’yı batıda değiştiren en büyük güç İslâmiyet’tir. İslâmiyet sadece inanç değişikliği yapmamış, yönetme şeklinde, dünyaya bakış , hâkimiyet anlayışı, bilhassa vatan anlayışında da büyük rol oynamıştır. İslâmiyet parça parça kabul edilmiştir. Büyük kitleler daha sonra küçük kitleler ve bir süre Müslüman olan Türkler ile henüz Müslüman olmayan Türkler bir arada yaşıyor. Toplumlara yön veren bazı kuvvetler var, bunlardan şüphesiz birincisi din kuvveti, ikincisi etnik yapıdır. Her topluluk, devlet kurma becerisine sahip değil, bunu kabul etmek lâzım. Üçüncüsü ideal yapı veya coğrafi sosyal şartlar. Bir toplumun büyük değişiminde din başta gelir. İkincisi yerleşik hayat gelir, üçüncüsü yerleştiğiniz bölgede komşularınız ile olan kültür alışverişi gelir. Bunlar bir toplumu şekillendirir. Türklerin en büyük değişimi İslâmiyet, ikinci büyük değişim batıya göç ederek, İran ve Arap medeniyetleri ile yakın temasları, üçüncüsü ise Bizans’tır. Bir devlet için en önemli coğrafya Anadolu’dur. Anadolu ilahî bir lütuftur bize. Üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimi yaşayan bir bölge, dağı var, gölü var, nehri var, yaylası var, ovası var. Böyle bir vatan coğrafyası kolay kolay bulunmaz.

YESEVİ HAZRETLERİ, ‘HELÂL LOKMA’YA ÖNEM VERMİŞTİR

Kemal Eraslan, Ahmed Yesevi’yi okuduğumuzda dört unsurun öne çıktığını belirtti ve bunları açıkladı: “Allah inancı, bağlılık ve sevgi”, “Peygambere aşırı saygı ve sünnetine uyma.”, “Züht ve takva yani

ibadeti yerine getirme ve dinin yasak ettiği şeylerden kaçınıp, onlara yaklaşmamak, günah korkusu”, “Helâl lokma sahibi olma yani kendi emeği ile geçinme.” Eraslan, konuşmasına şöyle devam etti:

“Onun için sufilerin bir kısmı kasaptır, bazısı ekmekçidir, bazısı kerpiç döker kerpiç keser. Helâl lokma yeme, önemli bir noktadır. Hoca Yesevi Hazretleri de kaşıkçıdır. Kaşık yapıyor, satıyor onunla rızkını temin ediyor. Sufiler tezkeresinde, sufilerin meziyetini, akidelerini, ideal veya prensiplerini anlatırken diyor ki: ‘Helâl lokma esastır.’ Helâl lokmadan kasıt kendi emeği ile temin ettiği lokmadır. Onun için gerçek sufiler bir kuruş dahi başkasından almaz, ne kazanırsa; kuru ekmek parası mı kazandı o günü kuru ekmek ile geçirir. Bu esastır değişmez. Yesevi Hazretleri de böyledir; dine bağlıdır, Peygambere aşırı saygısı, sevgisi, hürmeti vardır. Mürşit olan kimselere rağbet var ve ‘bunun peşinde koşmanız gerekir’ diyor.”

“MÜRŞİDİNİ YİRMİ YEDİ YAŞINDA BULDU”

Ahmed Yesevî Hazretleri, “Ben yirmi yedi yaşında mürşidimi buldum.” der. Yirmi yedi yaşına kadar yetişmiş değil. Mürşidi kim; Merv’de yaşayan Yusuf-u Hemadanî’dir. Özelliği, aşırı züht ve takva sahibi oluşudur, şeriate bağlılığı ve bundan taviz vermeyişidir. Çok büyük bir Hanefi fakihi, çok büyük bir mutasavvıf. Yesevî yirmi yedi yaşında Merv’de onunla karşılaşıyor ve “Asıl Hocamı buldum.” diyor. Onun tevkin ettiği züht takva esaslarına bağlanıyor.

Yesevi Hazretleri sadece züht,takva sahibi bir kimse değil. Helâl lokma kazanan ve bununla geçinen bir kimse değil sadece; sosyal yönü de kuvvetlidir. Sosyal aksaklıklardan şikâyet ediyor. Bir çok hikmetinde; sahte ilim adamlarından, sahte din adamlarından, menfaatle fetva verenlerden, onun bunun yardımlarını elde etmek için riyadan kaçınmayanlardan sık sık şikâyet eder. Bu yönü ile Yesevi Hazretleri devrinin âdeta sosyal tenkitçisidir. Biz Anadolu’da uzak olduğumuz için bunun sosyal hayata tesirini pek yaşayamadık. Ama Orta Asya’dakiler çok daha kuvvetli şekilde bunu yaşadılar, Yesevi’ye bağlılıklarını çok kuvvetli devam ettirdiler. Bugün Yesi şehrindeki türbesi, Türk dünyasının her bölgesinden gelen insanların ziyaret ettiği kutsal bir mekân. İnsan ziyaret edince çok başka duygular içinde oluyor. Emeği ile geçinmiş, doğruluğu, dürüstlüğü telkin etmiş bunu hep dile getirmiş, hiç bir zaman kimseye menfaat için yanaşmamış. Bu kadar hikmetlerinin içinde birkaç mürşidi kabul eder, sosyal ya da siyasi hayatta yer alan kimselerin ismi geçmez. Çünkü onları zikretmek onlara yaltaklanmak demektir, onlardan beklentisi yok. Türbesinin yanında kırka yakın merdivenle inilen çilehanesi de var, küçük bir hücre. Çileyi orada çekmiş. Çile kırk gündür bu bir defada çekilir bir kaç defada çekilebilir. Birkaç defa çile çekmiştir. 63 yaşından sonra hayatı fazla görüyor ve çileye çekiliyor. Timur’un takdirini, saygısını kazanmış, türbesini son restore ettiren yaptıran Timur’dur. Bir rivayete göre bir oğlu olduğu kaynaklarda geçiyor. Oğlunu öldürmüşler, rivayete göre Yesi şehrinin kuzey kesiminde dağlık bölgede yaşayanlar öldürmüş. Onun için o bölge halkını sevmezler. Ailesinden soyunu devam ettiren yok, halifeleri var. Bunlardan en mühimi Musa Şeyh, Süleyman Bakır Gani en büyük halifeleri. Musa Şeyhin Türbesi Çimkent’te.”

DOĞRU VE DÜRÜST BİR MÜSLÜMAN

Kemal Eraslan, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: 

“Ahmed Yesevi çok seviliyor. Niçin? Halk neden çok seviyor; bir kere çok temiz bir Müslüman, dürüst bir Müslüman. Emeğe değer veren bir Müslüman, kimseden bir şey beklememiş, kendi emeği ile geçinen bir Müslüman. Doğruluğu, dürüstlüğü, iyiliği telkin edip, kötülüğün karşısında duran bir insan böyle bir insan asırlar geçse de değerinden kaybetmez, insanlar tarafından sevilmeye devam eder. Ülkemizde Yesevi’yi ilk inceleyen Fuat Köprülü’dür. Gerçekten Türk kültüründe yeri doldurulamayan çok büyük bir âlim. Tek başına bir deha ve muazzam gücü olan bir kimse. Türk Edebiyatını, dilini, tarihini vakıf idaresini, Bizans ile olan ilişkilerimizi ilk olarak çok güzel anlatan Fuat Köprülü’dür. Başkasının küçük diye değer vermediği noktalardan harika bir eser çıkarır. İlk defa edebiyatımızda Yesevi’yi en geniş şekilde anlatır. Yesevi Hazretleri’ne her zaman için dua edelim. Ahmed Yesevi gibi dürüst insanların telkinleri, insana güç veriyor, kuvvet veriyor. Hayatın manasını daha iyi anlıyorsunuz. Biz bugün bir dolu hatalarla beraber yaşıyoruz. Yesevi Hazretleri’nin hiç bir kaynakta en küçük bir tenkidine rastlamadım, türbesinde her an ziyaretçiler görüyorsunuz. Ben gördüm. Türk dünyasından geliyorlar insanlar öbek öbek.”

Kabri Bağdat’ta olan Genç Osman’dan Kufe’ ye kadar uzanan bölgede bulunan türbeleri tek tek anlatan Kemal Eraslan, çocukluk hâtıralarına da temas ederek, o dönemde yoksulluklar çekildiğini, ama bugün toplumun büyük bir zenginlik içinde olduğunu sözlerine ekledi. Dinleyicilerin de soru ve katkıları ile tamamlanan toplantı, hâtıra fotoğraflarının çekilmesiyle son buldu. 








habervaktim.com
İstikrar için tek parti iktidarı yetmedi!.. - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »

7 Haziran 2015 seçimlerinde tek parti iktidarı çıkmayınca koalisyonlarla istikrar sağlanamıyor, bundan da ülke zarar görüyor denilerek koalisyon hükümeti kurma imkânları bir kenara itildi ve erken seçime gidildi. Hâlbuki en az üç koalisyon hükümeti kurma alternatifi vardı. Kısacası ülke istikrarsızlığa sürüklenmesin diyerek 1 Kasım 2015 seçimlerine gidildi. Sonuçta seçmen AK Parti’ye tek başına iktidar çoğunluğunu tekrar verdi. Ancak, kamuoyuna açıklanmasa bile Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında bir takım ters düşmelerin, sıkıntıların yaşandığı iddiaları da kulislerde hiç eksik olmadı. Milletvekili listelerinin hazırlanmasından partinin merkez yürütme kurulu üyelerinin belirlenmesine, bazı bürokratların atanmasına kadar farklı bir yaklaşım olduğu, bazı kararnamelerin Cumhurbaşkanı’ndan geri döndüğüne kadar çeşitli söylentiler yayıldı. Sonuçta bugünkü noktaya gelindi. Kısacası tek parti iktidarına, yani Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın aynı partiden olmasına rağmen çift başlılık olduğu görüldü. Bunun sonucu olarak Cumhurbaşkanı ısrarlı bir şekilde anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini ısrarlı bir şekilde savundu. Aslında bu noktada dışa yansıyan söylemlere bakıldığında Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın söylem ve duruşu arasında bir fark yoktu. Buna rağmen Başbakan Davutoğlu çekilme kararı almak zorunda kaldı.

Sonuç olarak bu ayın 22’sinde AK Parti olağanüstü genel kurulunu toplayacak. Yani genel başkanını seçecek. Aynı zamanda yeni genel başkan yeni başbakan olarak Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilecek. Elbette yeni genel başkanın belirlenmesinde kurucu lider olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan yönlendirmenin ötesinde etkili olacak. Bu noktada AK Parti’nin yeni genel başkanı ve yeni başbakan kim olursa olsun, benzer sürtüşmelerin bundan sonra olmayacağının bir garantisi yok. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’nin kurucu lideri olma sıfatıyla her konuda son sözü söyleme hakkını kendinde buluşu ister istemez Başbakanlık koltuğunda oturan kişinin rahatsızlığına yol açmaya devam edecek. Davutoğlu uyumlu bir isim olmasına rağmen işler böyle bir noktaya geldiğine göre bundan sonra Başbakan olacak ismin bulunduğu koltuğu sadece Başbakan sıfatı ile doldurması, buna karşılık her konuda son sözü söyleme hakkının Cumhurbaşkanı’nda olduğu peşin kabulü ile o görevi kabul etmesi gerekiyor. Bu durum ise şimdiye kadar emanetçilik olarak nitelendirilen konuma yeni bir sıfat kazandırmak durumunda kalacaktır. Doğrusu, böyle bir konumun uzun süre kabulü oldukça zor olacak ve benzer istikrarsızlıkları bundan sonra da yaşayacağız demektir. Uzun yıllar koalisyonlar döneminin ülke için istikrarsızlık yılları, bir diğer ifadeyle kayıp yıllar olduğu ileri sürüldü. Bir türlü siyasilerimiz halkın verdiği sorumluluğu belli bir yaklaşım içinde üstlenip ülkeye hizmet yollarını arayamadılar. Yani, aslında ülkemizde yaşanan siyasi istikrarsızlıkların sebebi sistem ya da koalisyonlar değil siyasilerin ben merkezli yaklaşımları olduğu görülmüş oldu. Eğer, öyle olmasaydı tek parti iktidarında bugün yaşananların yaşanmaması gerekirdi.

Gelinen noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemine ihtiyacı bundan sonra da daha yüksek sesle dillendireceğini söylemek yanlış olmaz. Hatta son krizi başkanlık sisteminin yeni bir gerekçesi olarak değerlendirmesi mümkündür. Peki, başkanlık sistemini de içeren yeni bir anayasanın Meclis’ten referanduma sunulacak şekilde geçirilmesi mümkün olabilecek mi? Düne göre bu ihtimalin daha azaldığını söylemek mümkün değil. Bunun çeşitli sebepleri var. Özellikle muhalefet bundan sonra geçmişe göre başkanlık sistemine daha fazla direnecektir. Kısacası, ülkemizde tek parti iktidarında da bir siyasi istikrarsızlığın nasıl sağlanabildiğini, sistemlerin sağlıklı işlemesi için anayasa kuralları ve yasaların tek başına yeterli olmadığını, önemli olanın uygulayıcıların yaklaşımı olduğunu gösterdi.










habervaktim.com
Laik-altı ok anayasası Müslümanca ıslah edilmeli - Ahmet Doğan İlbey
Yazarın Tüm Yazıları »

Laikçi Atatürkçü ve ulusalcıların iflah olmaz hastalıkları yeniden nüksetti. Dedikleri ne kadar yaban ve fosilleşmiş düşüncelerinden vazgeçmiyorlar. İşte çöpe atılacak söylemleri:

Laiklik ilkesine ve Cumhuriyet devrimlerine karşı açıkça meydan okuyarak suç işleyenleri kınıyor ve istifaya davet ediyoruz. Atatürk’ün en önemli devrimlerinden birisi laikliktir. Anayasa’nın Genel Esaslar başlıklı Birinci Kısmında yer alan ve Cumhuriyetin nitelikleri alt başlıklı 2’nci madde hükmü ‘Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir… diyerek, necip millete hitap etmeyen sığı anayasayı savunmaya başladılar yeniden.

Altı Ok patentli laikçi Cumhuriyetin Müslüman millet değerlerine bağlı olarak ilân ettirilmediğini anlamak sağı sultan bile biliyor. Fakat laikçi-Atatürkçüler bilmek istemiyor, Cumhuriyetin dayattığı kimlik meselesinin bunca yıldır çatışmalı olduğunu kabullenmiyorlar.

1923 sonrası ilân ettirilen Batıcı-laik Cumhuriyet, İstiklâl Savaşı’nda din ü millet diyerek maddî ve manevî bütün gücünü Ankara Hükümeti’nden esirgemeyen Müslüman milletin Cumhuriyeti değildir. CHP İlkeleri üzerine projelendirilen ve Batı’nın telkinleriyle ilân edilen Atatürkçü Cumhuriyetle hesaplaşma yapılmadan, Müslüman milletin hâkimiyeti merkeze tam oturmadan bu ülkede huzur olur mu?

Sözde halk Cumhuriyeti denilen Kemalist Cumhuriyetin din ve millet değerlerimizi “redd-i miras” ederek ve “gerici” sayarak zulümle, baskıyla tesirsiz hâle getirdiğini ne zaman kabullenecek ulusalcılar ve Altı Ok’çular?

ALDATAN CUMHURİYET VE ANAYASAYLA HESAPLAŞILMAYACAK MI?

Hangi Cumhuriyet? Hangi anayasa? Aldatan Cumhuriyet mi? Millete karşı olan anayasa mı? Bin yıllık Müslüman tarihi yok sayarak, hiçbir İslâmî gerçeklerimizle uyuşmayan arkaik Asya ve putperest Sümer, Hitit, Frigya gibi garabetlere sığınan laik anayasa ile malül Cumhuriyet mi? Altmış bin kelimelik sözlüğümüzü İslâmî mâziyle irtibatı kesmek için on beş bin kelimeye düşüren Cumhuriyet mi sorgulanmayacak?

1923 Sonrası milletin değerlerinin kovulduğu Meclis’te şu kararı alabilen Atatürkçü Cumhuriyetle mi hesaplaşılmayacak?

“...Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler İslâm’ı kabul etmeden evvel de büyük biri millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin millî bağlarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şâmil bir ümmet siyaseti idi” (Ne Mutlu Türküm Diyene, Ahmet Yıldız, İletişim Y. s.318).

ALDATAN CUMHURİYETİN ANAYASASININ HANGİ UNSURU MİLLÎ?

Aldatan Cumhuriyetin hangi unsuru millîdir ki, sözde milliyetçi siyasîler ve CHP’liler Müslüman Türk milletinin bin yıllık değerlerini tasfiye etmeye çalışan Cumhuriyetin ıslahına, adam edilmesine, millet değerlerine uyumlu hâle getirilmesine karşı çıkıyorlar.

Cumhur, halk demekse, Cumhuriyet de halk rejimi demektir. 1923 Sonrası uygulamaların neresi Müslüman halka aittir. Aklı ve izanı olan Altı Ok Cumhuriyetinin milletin kurduğu Cumhuriyet olduğuna inanır mı? Fakat laikçi bağnaz bir idrâke sahip ulusalcı milliyetçilerle CHP’liler hâlâ bu sahtelik ve dogmalardan kurtulamıyorlar.

Milletin İslâmlaşmış târifini ve Türk kimliğini de bilmiyor bu statükocu güruh. Atatürkçü Cumhuriyetin, Türk’ten ve millet hüviyetinden anladığı Müslüman millet değildir, Laikçi ve ulusalcı uydurma bir Türklüktür.  Cumhuriyetin Türk târifi “kurucu önder” tarafından yapılır. M. Kemal, 1930 yılında bir Alman muhabirine şöyle bir demeç verir ve demecinde Türk’ün inanç yapısı ile sorulara verdiği cevabın bir cümlesi şudur: “...Türk yalnız tabiatı takdis eder” (Atatürk Söylev ve Demeçleri, Cilt:III, s.86).

Cumhuriyetle eşdeğer olan Altı Ok ilkeleri üstüne kurulan Cumhuriyetin ana felsefesi şudur: “Dinî hissiyat zayıflamadıkça, milliyet hissi kuvvetlenmez.”

LAİK CUMHURİYET ANAYASASI ÇÖPE ATILMALIDIR

Pozitivist-laik Cumhuriyet tartışılmayacak öyle mi? İşte Cumhuriyetin temelini târif eden satırlar: “Zamanımızın tarihinde görülen genel akımlar ırklardadır. Dinler, din olmak nedeniyle gittikçe siyasal önemlerini, kuvvetlerini yitiriyorlar, toplumsal olmaktan çok şahsileşiyorlar; cemiyetlerde vicdan özgürlüğü din birliğinin yerini alıyor. Dinler cemiyetlerin işlerini düzenleyici olmaktan vazgeçerek kalplerin kılavuzluğunu üzerlerine alıyorlar” ( a.g.e. s. 55).

Tartışılması ve hesaplaşılmasından korkulan Cumhuriyet, güçlü bir halk Cumhuriyeti olamaz. Müslüman Türk milletinin millî, yani İslâmî değerlerini temsil ediyor gösterilen yalanlar ve zulümler Cumhuriyetinin alâmet-i fârikası kısaca yukarıda tasvir ve târif ettiğimiz üzeredir ey mazlum ve mazrur milletimiz!

---------------------------------------

İSMAİL GÖKTÜRK, ANKARA’DA MOSTAR GENÇLİK KONFERANSINDA MEDENİYETİN İHYASINI ANLATTI

Ey azizan!

Gönül ve fikir dostumuz, Türkiye Yazarlar Birliği Şehr-i Maraş Şubesi Başkanı öğrt. gör. İsmail Göktürk, Mostar Gençlik Konferansları’nın Türkiye turuna devam ediyor ve bıkıp usanmadan il il geziyor. Kültür fütuhatının bu haftaki mekânı Ankara Mostar gençleriydi.

Medeniyetin ihyası için insanın inşasını anlatıp, gençlerin gönlünü abâd etmiş, fikirlerine fikir katmış ve dönmüş. Özlemleri gerçekleştiren İsmail Göktürk’ü Fikir Dükkânı’nda, yâni Cuma Kapısı’nda dinleyeceğiz. Görelim, gönül ve fikir azığında neler getirdi.









habervaktim.com
Batı Prangalarını Parçalamak - Cemal Nar
Yazarın Tüm Yazıları »

Bu sistem kuruldu kurulalı halk inim inim inletildi. Halk ne istedi ise tam tersi yapılarak cezalandırıldı. Artık halkın iradesini bırak, esamisi bile okunmuyordu. Memleket tam bir diktatörlük içine düşmüştü. Çağın faşist devletleri birer birer yıkılsa da bu ülkedeki Batılılaşma belasının getirdiği faşist anlayış ve uygulayış asla yıkılmıyordu. O kadar ki, “son komünist ülke Türkiye” sözü çok meşhur olmuştu.

Halkın iradesi ile şu işleri yan yana bir getirin de değerlendirin:

Yasama yürütme ve yargıda hep Batılılaşma’ya gidildi.

Dine ve şeriata dayalı mahkemeler kaldırıldı. İslam kanunları/ Şeriatı/ hükümleri yerine Batı’da uygulanan idarî, medenî, ticarî ve ceza kanunları/yasaları alındı.

Ailede, evlenme ve boşanmada, kişi hukukunda, borç ve eşya hukukunda İslam kanunları terk edilerek Batı hukuku aynen alındı.

Batı'da olduğu gibi, din işleriyle dünya işlerini ayrı tutan laiklik ilkesi her alanda kabul edildi.

Laiklik herkese din ve vicdan özgürlüğü verirken, herkese din ve inancını öğrenme, yaşama, yaşatma ve yayma hakkını verirken, bu ülkede laiklik, hiçbir zaman gerçek anlamında Batıda olduğu gibi uygulanmadı. Tam tersine, hep “din düşmanlığı” şeklinde anlaşılarak öylece uygulandı.

“Tevhid-i tedrisat”, yani “Öğretim birliği” yasası çıkarılarak okullar bütünüyle Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı ve din eğitim ve öğretimi yapan bütün okullar, medreseler kapandı.

Üniversiteler ve bilim kurumlan Batı modeline göre yeniden düzenlendi. Yani tanrı tanımaz materyalist ve pozitivist felsefeler orada din gibi öğretildi.

Günlük yaşamda da Batılılaşma’ya önem verildi. Osmanlıda önce sarık atılarak fes alınmıştı. Cumhuriyette o da atılarak yerine tamamen Batıyı temsil eden şapka alındı. Kıyafet de buna göre olarak değişti. Artık dini kıyafetler yasaklandı, Batılı kıyafetler zorunlu kılındı.

Bütün bunların sonucu olarak Türkiye bir İslam devlet ve medeniyeti kişiliğinden çıkartılarak, tam aksine Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşadığı bir Avrupa devleti kimliği kazandı.

Bütün bunlarla da yetinilmeyerek, Avrupa devletlerinin bağlı bulunduğu tüm uluslararası örgütlerde yer aldı. Halen AB’ye girmek için çabalayıp durmaktadır.

İşte basit bir özetle de olsa Batılılaşma ve Batılılaşma macerası budur.

İşte bizim çabamız bu hakikatleri halkımıza ve genç neslimize duyurmak ve doğru karar vermesine katkı sunmaktır.

Amacımız, İslam din ve medeniyetinden çıkıp Yahudiler ve Hıristiyanların çoğunlukla yaşadıkları Batı Medeniyetine girmesinin sebeplerini, tarihi arkaplanını ve macerasını anlatmaktır.

Bu maceranın Müslüman milletlerin üzerindeki olumsuz etkilerini tespit ederek yeni nesillerin içine düştüğü inkar, şüphe, kimliksizlik, kargaşa ve karmaşanın zararlarını belirtmeye çalışacağız.

Terörün kaynağını göstermektir.

Kaos ve karmaşanın sebeplerini ortaya koyarak bu milletin yeniden dirilişine hizmet etmektir.

Allah bizi ve milletimizi ve ümmetimizi Batılıların vurduğu prangaları parçalayıp atarak özüne dönmeye muvaffak kılsın.

Amin.






akında!
Adamın adı Clare Lopez... ABD Güvenlik Politikası Merkezi'nde başkan yardımcısı, araştırmacı ve analist olarak çalışıyor. Amerika'nın Sesi VOA onu yayın yaptığı sitede bizlere CIA ajanı olarak tanıtıyor.
"CIA'de 20 yıl boyunca Sovyetler Birliği, orta ve doğu Avrupa ile Balkanlar konularında uzmandı" diye ekliyor. İşte bu CIA ajanı Westminister Enstitüsü'nde bir sunum yapıyor.
Paralel Yapı'yı savunuyor.
Türkiye "Terör örgütü" diyor, CIA ajanı Lopez "Kanıtlar yeterli değil" diye karşılık veriyor.
"Amerikan yönetimi ile de bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum" diyerek varolan durumu perdelemek için kendini yırtıyor. Bir CIA ajanının Paralel Yapı'yı savunmasını normal karşılarım.
Savunmasaydı yadırgadım. Ve çok ilginçtir, malum yapıyı açıkça, meydana çıkarak aklama ve savunma işi de CIA ajanlarına kaldı. Aslında bu durum bile karmaşık ilişkilere muazzam ışık tutuyor. Ajan Lopez o sunumda Paralelle ilgili müthiş bir cümle daha kuruyor. "Türkiye'deki yandaşlarına yönelik baskının amacına ulaşmasının zor. Zira hareketin destekçileri çeşitli kurumlara çok fazla sayıda yerleşti.
Bunları ayıklamak çok zor" diyor.
Lopez bu ayıklamanın çok zor olduğunu nerden biliyor? E onu da siz tahmin edin.
Biz dönelim DAEŞ'e... Yaptığı her katliam bölgede mülteci akınlarına yol açtı. O mülteciler can havliyle Avrupa'ya kaçmaya başladı. İş öyle bir hal aldı ki, Avrupa Birliği parçalanma noktasına geldi. Euro bölgesi, kendisini yeryüzünden silmek isteyen DOLAR Hanedanı'na karşı sürünmeye başladı. Yani DAEŞ'in tüm katliamları ABD ve Rusya'nın bölgeye girmesine, Washington'un anlaştığı İran'a önünü açarak ödül olmasına yol açtı. DAEŞ döndü dolaştı, en büyük hizmeti üzerinde Benjamin'in fotoğrafı olan DOLARA verdi. Terör örgütünü CIA'nın kurduğunu hala göremeyen bizim yerli zavallılar içinde "Türkiye DAEŞ'e yardım ediyor" diyerek hala sokakta gezenler var. Son 5 ay içinde 1200'ün üzerinde DAEŞ militanını öldürdüğümüz açıklanıyor, bizimkilerde NATO mermer, NATO kafa değişen bir şey yok. DAEŞ Ankara'da İstanbul'da bombalar patlatıyor, Kilis'e füze yağdırıyor, bizdeki öngörüsüz saplantılı ideolojik kafalarda "TIK" yok.
Gelin bir başka adama gidelim. Onun adı da Simon Tistall... Guardian'da köşe yazarı.
"Davutoğlu ayrılmasıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan giderek daha da güçlendi ve daha fazla tehdit oluşturmaya başladı" diye yazıyor dün. Erdoğan'ın güçlenmesinden size ne? Cumhurbaşkanımızın güçlenmesi İngiltere'de yaşayan sizin gibi zevatları nasıl tehdit edebilir? Londra'ya nükleer füze mi atacağız? Bu karın ağrısı ve rahatsızlık niye? Bu sorunun cevabını Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün önceki gün yaptığı açıklama veriyor aslında. "Türkiye'de Osmanlıya dönüş gibi Hayallar seziyoruz" diyordu hanımefendi. Ödleri patlıyor Osmanlı coğrafyasındaki kalpleri birleştireceğiz diye. Tehdit olarak gördükleri bu! Türkiye'nin büyümesi ve bölgedeki halklarla kucaklaşması, mazlumların hamisi olması, katledilen, tezgahlarla birbirine kırdırılan Müslümanlara oyunları anlatıp bozmaya çalışması adamları rahatsız ediyor.
Ne diyor o Rus sözcü başka? "Türkiye Osmanlı'nın sonunu unutmasın?" Rus'a en güzel cevabı Dış İşleri Bakanlığı sözcümüz Tanju Bilgiç veriyor. "Dünyaya SSCB vatandaşı olarak gelenler bugün Rusya vatandaşı... 20. yüzyılda üç farklı devlet tecrübesi geçirenler, başka ülkelere akıl vermesin!" Evet Türkiye artık yıkıp küllerinden kurdukları o eski 100 yıl önceki Türkiye değil. Büyüyoruz ve arkadan muazzam bir gençlik geliyor. Bölge halkları hasretle bizi bekliyor ve kucaklıyor.
Kim ne derse desin, kim kimi savunup kullanırsa kullansın, kimlerin uykuları kaçarsa kaçsın 2023 ve 2071 Vizyonunu sahip olduğu gençliğin önüne koyan Yeni Türkiye'yi durduramayacaklar. Ve dahası, 100 yıldır kapılarda beklettikleri Ankara'nın kapısında yatacaklar. Kendi öz anayasamızı yapacağız diye ödleri patlıyor. Başkanlık sistemi gelecek diye kabus görüyorlar. Bir gün uyandıklarında gördüklerinin kabus olmadığı gerçeğiyle karşılaşacaklar.
Artık Marshall yardımı ile tren yasağı koydukları bir ülke yok karşılarında. Hızlı trenlerimiz hızla hedefine gidiyor. Bakıyorlar ve sayfalarında ağlıyorlar, kullandıkları terör örgütlerinden medet umuyorlar. Hiç merak etmeyin o örgütler de paketlenecek. ÇOK Yakında!
..









facebook.com
(7) Kim olduğumuzu öğrendik diye mi bunlar.....

Kim olduğumuzu öğrendik diye mi bunlar..
Sevgili arkadaşlarım.. Ülke ve partinin gidişatı ile alakalı, kişiler ve gruplar üzerine henüz olaylar patlak vermeden aylar önce uyarılar yapmış olduğum ve % 99, neticesi tahmin ettiğim yönde gerçekleştiği için şu son günlerde gelişen olaylar ile alakalı binden fazla mesaj almış bulunmaktayım. Herkes bir telaş içinde, çoğunun kafası karmakarışık.. Soruların ortak özeti, NELER OLUYOR.. Mesajların çoğuna hiç dönüş yapamadım kusura bakmasınlar..
Ortalıkta görünen şeyler ve görünmeyenler mevcut.. Detayları kaçıranlar ortalığı SLOGAN MANYAĞI yapmış durumdalar. Bir deli kuyuya slogan atıyor, 40 akıllı peşine takılıyor onlarda 40 ile çarpıyor. Bu yazı canınızı sıkabilir, okuyup okumamak size kalmış.. Bu yazıda her SİZ deyişimde kendimide kattığımı, her BİZ deyişimde sizide saydığımı unutmadan okuyunuz..
Siz KİMSİNİZ yahu.. Millet dersini şöyle verir, millet sana şöyle yapar diye tehdit cümleleri kurabilecek cesareti ne zaman buldunuz.. Size bu cesareti kim verdi.. Sizi bu özgüven dolu hallere kim soktu..
28 Şubat yaşandığında neredeydi bu kadar delikanlı.. Neredeydiniz veya nerelerdeydi babalarınız.. Erbakan Hoca POST MODERN DARBE ile indirilirken sokaklar neden bomboştu, Çocuklarımızın, Kuran kurslarını bırakın, CAMİ hocasına bile gitmesi yasaklanırken niye kimsenin gıkı çıkmıyordu.. İmam Hatip okulları kapatıldı, kimse neden hiçbirşey yapamadı. 5 kişi bir araya gelse MAHALLEYE BASKIN yaptı jandarma, komşularımızı topladı gitti fakat hiçbir delikanlı çıkıp engel olmadı, olamadı.. Kimse sesini çıkartmadı..
Kızlarımızın başörtüleri POLİS ZORU İLE, aynen SÜTCÜ İMAM'ın MARAŞ'ta kıyam başlattığı vaziyette başlarından sökülüp alındı, fakat kimse kıyama kalkmadı.. Okul birincisi olan kızlarımız kürsülerden kovuldu, namaz kılan askerlerin hepsi sadece bu suçtan ORDUDAN ATILDI, kimse buna karşı koymadı..
1 Milyar dolar için İMF kapılarında REZİL RÜSVA olduk, resmen dilendik, bu ülkenin başına KEMAL DERVİŞ isimli bir VALİ atandı, bir kişi çıkıp bunun hesabını sormadı.. Millet aynı Millet ti, halk aynı halk.. Herkes kuyruk bacak arası yaptı, yapmayan birkaç mücahit ruhlu adam Jandarma marifeti ile toplandı.. Aylarca suçunu dahi bilmeden insanlar içeride yattı, Güya müslüman hacıamcalar kendileri gitmediği gibi yakınlarını da ziyarete bile yollamadı.. Neden biliyormusunuz.. FİŞLENİRİZ korkusu ile.. Korkak, tırsak, görünürde şeriatçı lakin özünde gerikaçcı.. Kaçtılar, sindiler, BİR MİLLET OLARAK SİNDİK..
Milletin seçtiği diyorsunuz ya şimdi, İNSAF YA HU, Merve KAVAKÇI'yı millet seçmedi mi.. Mİlletin vekili değilmiydi, ayakta durmakta zorlanan bir başbakan o gün "Şu hadsize haddini bildirin" diyerek meclisten yaka paça attırmadı mı.. Kim engel olabildi.. MHP mecliste idi, onlarında başörtülü vekilleri vardı, bu tehdit karşısında sayın KAVAKÇI yı korumak bir yana kendi vekillerinin başını açmadılar mı.. Yüreği yeten varsa, milletin vekilinin başını buyursun açsın, o bizim NAMUSUMUZ diyebildiler mi, diyebildik mi.. Uzak zaman önce olmadı bu saydıklarım efendiler, daha dün yahu, daha dünn.. Şimdiki 20 likler bilmez ama şu an mangalda kül bırakmayan 35 likler bu günleri bizzat yaşadı.. Dönemin Cumhurbaşkanı, başörtülüler Suudi Arabistana Gitsin derken kim çıkıp HADİ ORDAN diyebildi..
Canınızı sıkacak ama söyleyeyim, kimsiniz siz, ÜLKENİN KADERİNDEN, BAŞBAKANINDAN bahsediyorsunuz, yine daha dün afedersiniz ama kıçı kırık YÖK BAŞKANI'na söz geçiremiyordunuz, Danıştay, Sayıştay, Anayasa mahkemesini söylemiyorum bile.. Tv lerinizde KIRMIZI NOKTALI yayınlar ŞİFRESİZ ve erken saatlerde boy gösteriyordu, DEVLET TİYATROLARI her oyununda hem dininize hem ceddinize ALENEN KÜFÜR EDİYOR, hakaretler yağdırıyordu, ne yaptınız, ne yapabildiniz.. Türk Hava Kurumu kurban derilerinizi GASP EDİYOR'du, dini bir vecibe olan ve ibadetinizin neticesini etkileyecek bu GASP için bile elinizden birşey geldi mi..? Sayayım mı daha, ne kadar çabuk unuttunuz, nasıl korkak, ne şekilde sinmiş ve pasif bir HALK haline gelmişliğimizi..
Başörtüsü eylemleri illerde 300 - 500 kişileri bir araya ancak getiriyordu, tüm TÜRKİYE birleşip ANKARA'da büyük eylem kararı aldı, bende oradaydım çocuklarım ve eşimle gittim, KONSER OLDUĞUNDA insanların sığmadığı alanın 5'te birini dolduramamıştık.. İşte Ülke, İşte TÜRKİYE, İşte MİLLET bu durumda idi.. Millet dersini verir diyorsunuz, Millet millet olduğunu, ders verebilecek şuuru, ders verme gücünü ne zaman öğrendi, Mİllete bu özgüveni kim aşıladı..
Dünya'nın her yerinde OSMANLI mirasları harabe hallerde idi, TÜRK LİRASI diye bir para birimi TÜRKİYE dışında hiç geçmezdi, dönemin bayan başbakanının omzuna Clinton elini atmış, bir makas almadığı kalmıştı.. Sayın ECEVİT ABD başkanı karşısında hazırolda dikiliyordu, bir başka başbakanın burnu kumar sebebiyle kırılıyordu gibi genel sıkıntılı mevzulara HİÇ GİRMEYECEĞİM... Ben daha çok bize yapılanlar ve karşılığında bizim yaptıklarımız / YAPAMADIKLARIMIZ üzerinde duruyorum.
Konya Selçuklu Belediye başkanı yaptığı bir konuşma esnasında, salonda bulunan rütbesi düşük bir PAŞA tarafından Alabildiğince azarlanıyor, ne salondakilerden, ne İlçeden, ne şehirden, ne ülkeden HİÇ KİMSE ÇIKIPTA, Ne diyorsun sen paşaa diyemiyor, başkan dahil BİR MİLLET KOMPLE SUS PUS OLMUŞ yutkunuyordu.. Bir ANA, oğlunun yemin töreninden başında örtüsü olduğu için çıkartılıyor, halk ayaklanmıyor, o gariban ana, gördüğü aşağılık muamele ile kalakalıyordu..
Oğlunun adını MUHAMMED koymak isteyenler, çift isim takmak isteyenler, İslami temelli isimlerle anmak isteyenler nüfus müdürüne söz geçiremiyor, Muhammed isminin sonundaki harfi "D" yaptıramıyordu... Hanginiz bu durumlara karşı çıkabildiniz, hanginiz kime haddini bildirebildiniz, hangimiz kırılan onurumuz için bir melhem bulabildik..
Resmi işlemler için bir vesikalık fotoğraf gerekse, EŞİNİZİN BAŞINI AÇMADAN çekilen foto kabul edilmiyordu, kimse çıkıp bu durumu protesto için kendini feda etmedi, kimse bu saydıklarım adına hayatını vermedi.. Fetullah Gülen meselesine girmiyorum bile, TAYYİP ERDOĞANDAN başka kim durabilirdi karşısında, kim bu gerçekleri gösterebilir, kim buna cesaret edebilirdi, kim bu kadar komploya bu kadar yalnız bırakılmış halde göğüs gerebilirdi..
Böyle 50 tane daha madde sayarım size lakin lafın hepsi DELİYE söylenir, bize şerefimizi, haysiyetimizi, değerimizi, kıymetimizi, yeniden hatırlatan, HAYAL bile edemeyeceğimiz şu ÖZGÜR ve ONURLU günlerimize gelmemizde CANINI HİÇE SAYARAK, ve SİYASİ DEHASINI kullanarak ilmek ilmek işleyerek vesile olan REİS RECEP TAYYİP ERDOĞAN'dır.. Ahmet DAVUTOĞLU Hocayı siyasete katan Abdullah GÜL olsa da tanımamıza vesile olan, ona bu görevi veren (Verdiye Allah verdi diyenlere aldıysa da ALLAH ALdı o vakit) RECEP TAYYİP ERDOĞAN'dır. Evde bir hanım ve iki çocuğunun hakkından gelemeyen, onlara bile söz geçiremeyen, Apartman yöneticiliği yapıp bundan bile illallah diyen, 300 kişilik bir dernekteki yalanı, iki yüzlülüğü, riyayı, iftirayı kesemeyen, önleyemeyen, kardeşi, amcaoğlu, teyzeoğlu vesair tüm sülalesi ile bile sorunsuz ilişkilerini yürütemeyenler, TAYYİP ERDOĞAN'a ders vermeye kalkıyor.. Siz kimsiniz yahu, derken biz kimiz, kimdik kim olduk, ne idik ne hale geldik, dünü ne çabuk unuttuk dediğimi yeniden hatırlatıyor ve diyorum ki..
REİS; onurumuz, dünyaya karşı gururumuzsun.. 10 küsür yılda sadece ÜLKEYİ değil, milleti de özgüven patlaması yaşayan, kendini değerli gören ve fikrinin mutlaka sorulması gerektiğini düşünen bir hale getirmişsin.. Başbakan bir başvezir'di yerine başka bir vezir gelir, Allah Sultana zeval vermesin.. Tayyip Erdoğan bu ülkenin DERİN DEVLETİNİ MİLLİ OLARAK YENİDEN oluştururken, DÜN SUSTUĞUMUZ YERLER sayısınca SUSMAK düşüyor ise bize, susmasını da, komutana itaat etmesini de bileceğiz. Neden bu öfke, ne biliyoruz işin iç yüzü ile alakalı. Ayrıca Kut'ül Âmare yi bile daha dün öğrenen bir millet olarak, nasıl şanlı bir tarihe ve potansiyel güce sahip olduğumuzu öğrendik diye mi bunlar.. Unutmayın ki bu zaferi öğrenmemizde bile REİS'in gizlenen tarihimizi hatırlatması gibi büyük bir payı var. Ak parti sayın DAVUTOĞLU ile Var olmadı.. Sayın Davutoğlu kendiside her türlü ACİTASYON ifadesinden de özellikle kaçınmalı, bizler de kendisini iyi bir insan olarak yâd etmeli ve önümüze bakmalıyız.. Eğer bir 2023 hedefimiz varsa, 2023 hedefine ulaşıncaya kadar BAŞKAN NE DERSE O.. Hükümete neden müdahale ediyor diyenlere de bir çift lafım olacak. REİS Moritanya Cumhurbaşkanı değil, TÜRKİYE Cumhurbaşkanı, Başkomutanı.. Başkomutan, tüm komutanlara karışır.. Yoksa bu ülke emin olun çok karışır..
"Muhammet Barış SÜTCÜ"







yeniakit.com.tr
Çizgi filmler çocukların bilinçaltını olumsuz etkiliyor

Araştırmaya göre: Türkiye’de 18 tematik çocuk kanalı yer almaktadır. Bu kanallar içerisinde 0-3 yaş grubunu ve 14 yaş üstü hedef kitlesi olarak belirleyen her hangi bir Türk kanalı yok. * Özellikle annelerin: “aman ne olacak ki!”, “ay sesi çıkmadan izliyor işte ne güzel, ben de şu yemeği üstüne atayım.”, “bana dokunmasın da iki dakika bir nefes alayım”, “ortalığı karıştırmasından iyidir” gibi söylemlerden uzak durmaları gerekmektedir. 

HER ÇİZGİ FİLM O KADAR DA MASUM DEĞİL

• Çizgi filmler, çocukların bilinçaltına olumlu-olumsuz tesir ediyor. Bu konuda çizgi film ve animasyon filmlerin etki gücü daha fazla diyebilir miyiz? Çizgi filmler ve animasyon filmler çocukların zevkle, eğlenerek, isteyerek izledikleri yapımlardır. Gerek teknolojinin ilerlemesi ve gerekse bu alana yönelik eğitsel ve finansal yatırımların artması sonucunda Türk yapımı çizgi film ve animasyon filmlerde ciddi bir artış görülmektedir. Bu artış olumlu bir gelişmedir. Çünkü artık çocuklarımız kendi kültürel değerlerimizi yansıtan yapımları izleyebilmektedirler. Dediğiniz gibi çocukların bilinçaltına ve bilinçlenme süreçlerine çizgi film ve animasyonların elbette katkısı vardır. Bu durumda katkının olumlu olması için bizim de sahada söz sahibi olmamız gerekmektedir.

*Yıllarca yabancı yapım çizgi filmleri seyrettik ve çocuklarımıza da seyrettirdik. Dolayısıyla bugün bazı ebeveynler: “Biz de onlarla büyüdük. Onları izledik de kötü insan mı olduk?” diyorlar. Bu konuda ne dersiniz hocam? Sonuçlarına yönelik yapılan bilimsel bir çalışma yok evet. Çünkü direk bu konuya yönelik bir çalışma yapmak mümkün değil. Böyle bir ispatı geçmişe dönük olarak yapamayız. Ama bugünün çocukları mercek altına alındığında geleceğe yönelik olarak yapmak mümkün ve zaten yapılan/yapılmakta olan çalışmalar var.

Diğer taraftan böyle söyleyen ebeveynleri de bir ele almak gerekli. Çünkü her çocuk aynı şartlarda büyümüyor. Bilinçli bir anne babanın elinde büyüyen bir çocuk, maruz kaldığı olumsuz bilinçaltı mesajlara rağmen anne ve babasının olumlu örnek teşkil etmesiyle doğru mesajı alabilir ve yanlışı geri gönderebilir. Ama çocuk olumlu örneği aileden görmezse, çevresinden görmezse, okulda öğretmeninden, arkadaşlarından, komşularından görmezse doğruyu ve yanlışı nasıl ayırt edebilir? Öyleyse -çoğu evde televizyonun sabah kalkınca açılan ve ancak gece yatarken kapatılan bir alet olduğu düşünülürse- topluma zarar verici, toplumu ayırıcı, bölücü, tehdit edici, yıpratıcı yayınlarla değil; topluma fayda sağlayıcı, milli manevi birlikteliği arttırıcı, kültürel zenginliğimizi yansıtıcı, eğitici alt mesajlarla donatılmış yayınlar ve programlarla donatılması gerekmektedir.

*Bu arada artık TV’lerde çocuklara dönük programlar ve çizgi filmlerin sayısı da giderek artıyor değil mi? 1976 yılında çocuk programlarının televizyon yayını içindeki oranı yüzde 8,6 iken (Güler, 1991: 167) bugün sürekli yayın yapan tematik çocuk kanalları (İlhan ve Çetinkaya, 2013: 317) ile bu oran yüzde 100’e yükselmiştir. Çocukların televizyon izleme süresinin artışı da bu durumla orantılı olarak değişmektedir. Çocuklar eskisine oranla televizyon karşısında daha çok zaman geçirmektedir. Özellikle imkânların yetersiz oluşu şehir hayatında park ve bahçelerde oyun oynayarak vakit geçiren çocuk sayısını günden güne azaltmaktadır. Bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi çocukların rahatlıkla ulaşabildiği diğer teknolojik unsurlar, evinin önünde oyun oynayarak akşamı eden çocuk profilini değiştirmiştir.

ÇİZGİ FİLMLERİ ÖNCE PEDOG VE PSİKOLOGLAR İZLİYOR

• Kendi yaptığım bir araştırmaya göre Japonya'da ve İngiltere'de hazırlanan çizgi filmlerin TV'de yayınlanmadan önce pedagog ve psikologlar tarafından ön izlenmesi yapılıyor ve ondan sonra yayına veriliyor. Sizce bu uygulama Türkiye'de uygulanabilir mi? Ya da bu konudaki görüşünüz nedir? Bu uygulamanın bazı çocuk kanallarında yapıldığını biliyorum. Bu hiç zor bir şey değil aslında. Bunu bütün televizyon kanalları yapmalı. Konumuz çocuk olunca bu zaten bir zorunluluk ve sorumluluktur. Kendim bizzat bir çocuk kanalında metin incelemesi yapmıştım. Oradaki uygulama şöyleydi: özellikle yabancı yapım çizgi filmler Türkçeye çevrildikten sonra eş zamanlı olarak pedagoglara ve dil yönünden incelenmek üzere Türk dili uzmanlarına yönlendiriliyordu. Bizzat bana gelen senaryolarda benden önce incelenmiş ise, inceleyen pedagogun yorumlarını görebiliyordum. Düzeltmeler çok yapıcı ve katkı sağlayıcı oluyordu. Kendi kültürümüze yabancı söylemler düzeltiliyor yahut olumsuz bir örnek teşkil ediyorsa direk senaryodan çıkarılıyor ve o sahne kesiliyordu. Kanalın editörlerine bu konuyu sorduğumda çizgi film üzerinde değişiklik yapabilme hakları olduğunu ve ancak bu koşulla çizgi filmi yabancı animasyon şirketinden satın aldıklarını söylemişlerdi. Bu durum mutluluk verici bir gelişmeydi. Fakat görülen bir gerçek ki Türkiye’de yayın yapan pek çok çocuk kanalı bu sorumluluğu yerine getirmemektedir. Bu konuda da yine ebeveynlere iş düşüyor. Çünkü çocuklarına neyi izletip neyi izletmemeleri gerektiği konusunda söz sahibi olmalı ve çocuklarını yönlendirmelidirler.

ÇOCUKLARA ZARAR VERİCİ YAYINLAR DA YAPILIYOR

• Anne ve babalar hangi çizgi film olursa olsun bakmıyorlar yeter ki çocuk dalsın veya meşgul olsun bende işimi yapayım anlayışı var, sizce bu konuda "Önce anne-babaları mı eğitmek lazım " ne dersiniz? Kesinlikle öyle. Fakat bir önceki sorunuzda da değindiğim gibi buna mecburlar. Üstelik bu hiç de göründüğü kadar zor bir şey değil. Bugün özellikle bazı çocuk kanalları çocuklara son derece zarar verici yayınlar yapmaktadırlar. Bu konuda yapılmış bir araştırmadan söz etmek istiyorum. Baki (2015: 373-387)’nin Türkiye’de yayın yapan çocuk kanallarına yönelik olarak yaptığı bir araştırma var. Araştırmaya göre: Türkiye’de 18 tematik çocuk kanalı yer almaktadır. Bu kanallar içerisinde 0-3 yaş grubunu ve 14 yaş üstü hedef kitlesi olarak belirleyen her hangi bir Türk kanalı yok. Bununla birlikte Türkiye merkezli 7 kanal var ve bu kanallar ağırlıklı olarak 2008 yılından sonra hızla bir şekilde arttı. Baki, bu tematik kanallarda yer alan çizgi filmlerin yerli ve yabancı yapım olmaları açısından yaptığı analizde; tematik çocuk kanallarında yayınlanan çizgi filmlerin %80.35’inin yabancı yapım olduğunu, %19.64’ünün ise Türk yapımı çizgi filmler olduğunu tespit etmiştir. Bu kanallar içerisinde yerli çizgi filmlere %77.27 oranıyla en fazla TRT Çocuk yer vermektedir. Yabancı çizgi filmlere ise en fazla %15.17 oranıyla Kidz TV’de ve Cartoon Network’te yer verilmiştir. Minika Çocuk ve Minika Go kanallarında ise yerli yapım çizgi filmlere hiç yer verilmemiştir. Araştırmasının devamında tematik çocuk kanallarında yayınlanan çizgi filmlerin karakterlerinin isim yönünden değerlendirmesini de yapmış ve şu sonuca ulaşmıştır: Tematik çocuk kanallarında yayınlanan yabancı çizgi filmlerde karakterlerin isimlerinin Türkçeye çevrilerek kullanımının en fazla olduğu kanal %42.85 oranıyla TRT Çocuk kanalıyken Yumurcak TV, Kidz TV ve Cartoon Network’te karakterler tümüyle orijinal isimleriyle kullanılmıştır. Kidz TV ve Cartoon Network’te %20.48 oranıyla orijinal isimlerin en fazla kullanıldığı kanallardır. Bununla birlikte bu kanallarda yayınlanan çizgi filmlerin karakterlerinin %92.22’si orijinal ismiyle %7.77’si ise Türkçeleştirilerek kullanılmıştır. Hocam, anne-babalara o zaman daha çok iş düşüyor değil mi? Anne ve babalar bu bilimsel yayınlardan haberdar olmayabilir ama çocuğu için doğru olanı seçme konusunda profesör olmaya da gerek yok. Sadece biraz sağduyu bu işi çözer diye düşünüyorum. Çocuklarıyla daha çok baş başa vakit geçirmesi sebebiyle özellikle annelerin: “aman ne olacak ki!”, “ay sesi çıkmadan izliyor işte ne güzel, ben de şu yemeği üstüne atayım.”, “bana dokunmasın da iki dakika bir nefes alayım”, “ortalığı karıştırmasından iyidir” gibi söylemlerden uzak durmaları gerekmektedir.

RTÜK ÇİZGİ FİLMLER KONUSUNDA DA DUYARLI OLMALI

• Türkiye'de RTÜK müstehcenlik konusunda ve diğer konularda ciddi uyarı ve çalışmalar yapıyor ama çizgi filmler konusunda ki sizin sunumunuz ve araştırmalarınızı inceledikten sonra daha da anladım ki, bu konuda sanırım bilgi eksikliğimiz var. Çizgi film deyip geçiyoruz? Evet, maalesef öyle oluyor. Çocuk kanallarından söz ettik ama interneti unuttuk. Bu da çok önemli bir husus. Çocuklara yönelik yayın yapan bütün televizyon kanallarının doğru, faydalı ve eğitici yayınlarla dolu olduğunu varsayalım yine de iş bitiyor mu? Bitmiyor. Çünkü çocuklar tablet, cep telefonu ve bilgisayar aracılığıyla eriştiği çevrimiçi yayınlarla aklımızın hayalimizin alamayacağı yayınlara ulaşabiliyor. Bunların bir kısmına bilinçli, bir kısmına ise bilinçsiz bir şekilde ulaşıyor. Kimi rengarenk ilgi çekici reklamlar aracılığıyla tüketiciliği, harcamayı salık veriyor; kimi müstehcenliği alt mesajında sunuyor; kimi agresif ve sinirli tavırlar sergiliyor; kimi de aşırı kendine güvenen ve sadece kendi iyiliğini, menfaatini düşünen bencil bireyler olmayı çocukların beyinlerine fark ettirmeden işliyor. Yani Fahri Bey, düşman bir değil bini geçmiş durumda. Kısaca sözün özü; değerlerimize sahip çıkmaktan ve kültürümüzün kendine has sadeliğine, samimiliğine, birleştiriciliğine sığınmaktan çare yok. • Sayın hocam, sizin özellikle inceleyip de sakıncalı veya olumsuz etki yapar dediğiniz çizgi film veya filmler var mı ülkemizde? Elbette var, olmaz mı? Ama ne kadar bu konuda nesnel olarak cevap vermeye çalışsam da bazı örneklerle öznel hareket edebilirim. O nedenle her anne-baba çocuğunun iyiliğini ister. Herkes bu konuda bir fikir sahibi olsun ve kendi çizgi filmini kendi seçsin derim. Yani çocuğu belli bir yaşa gelip artık doğru ve yanlışa kendisi karar verene kadar anne ve babalar çocukları için faydalı veya zararlı olabileceğini düşündükleri yayınlar konusunda çocuklarını kendileri yönlendirsinler. • Özellikle TRT de yayınlanan keloğlan çizgi filmi ve yine TRT çocuk da yayınlanan başka çizgi filmler de var tabii, güya Türk kültürünü yansıtıyor ama gerek argo konuşmalar gerekse sihir vb geçmesi TRT de bu konuda sanırım ciddi bir ön değerlendirme yapmıyor,? Bu konuda size tam olarak katılmıyorum çünkü TRT çocuğun, Türk yapımı çizgi film ve animasyon filmlere katkısını azımsamamak gerekli. Argo ifadelerin kullanılmasını elbette tasvip edemem ama ülkenin geneline hitap eden bir çocuk kanalının çocuğun gerçekliğini yansıtması gerektiği unutulmamalı. Çocuklar cam bir fanus içinde yaşamıyorlar. Siz ona bütün kötülüklerden izole edilmiş bir hayat sunmak için kendi hayatınızı hiçe saymış olsanız da o, bir gün büyüyecek ve sizin ona vermeye çalıştıklarınızı elinin tersiyle itecek. Çünkü gerçek cam bir fanus içinde yaşayamaz. Bugün eğer güzeli ve çirkini yan yana görmeseydik güzel ve çirkin terimlerinden bihaber olurduk. Sadece güzeli tanıyor olsaydık güzelin kıymetini bilmez, sadece çirkini tanıyor olsaydık çirkine hak etmediği bir mevki atfedebilirdik. • Son olarak bu konuda akademik olarak yapılmış bir çalışma sizin çalışmanızdan farklı olarak sanırım yok değil mi, eğitim fakültelerinin de bu konuya eğilmeleri sizce elzemdir diyebilir miyiz? Bu konuda yapılan çalışmalar sadece benim çalışmalarım değil elbette. Çocuk Vakfı’nın kurucusu ve başkanı olan değerli büyüğümüz, sevgili hocamız Mustafa Ruhi Şirin yıllar önce bu konuların altını çizmiş, “çocuk ve medya” üzerinde yazılar yazmış, kitaplar neşretmiş, bilimsel toplantılar düzenlemiştir. Yine ondan başka akademik olarak yapılan çalışmalar ve yayınlanan bilimsel makaleler mevcuttur. Fakat ne yazık ki sayılabilecek, son yıllarda sayısı hızla artan pek çok araştırma ve yayına rağmen değişim ve bilinçlenme orantılı değildir. Eğitim fakültelerinde çocuk ve medya üzerine daha çok çalışma yapılması elzemdir. Bir diğer husus da ilköğretim okullarında “medya okuryazarlığı adı altında verilen dersin ciddiyetinin kavranması gerekliliğidir. Çünkü konuştuğum pek çok öğretmen, stajyer öğretmen, üniversite öğrencisi ve ilköğretim öğrencisinden aldığım bilgiye göre bu derslere giren öğretmenlerin pek çoğu -elbette hepsini aynı kategoriye koymak doğru değil- ders hakkında ufak bir bilgiye dahi sahip değil. O nedenle de derslerin bir kısmının test çözerek veya derse giren öğretmenin branşına göre anlattıklarıyla geçtiğini söylemektedirler. Oysa hakkıyla verilen medya okuryazarlığı dersi hem çocukların ve hem de anne babaların bilinçlenmesine katkı sağlayıcı olacaktır. Sorularınız için gerçekten çok teşekkür ederim Fahri Bey. Söyleyecek daha o kadar çok söz var ki. Kelimeler ve saatler yetmiyor. Büyük hükümdar Bilge Kağan’ın dediği gibi titreyip kendimize gelmeli, özümüze dönmeli, kültürümüze sahip çıkmalıyız.

(Mihraphaber)







yeniakit.com.tr
Nisa’ül Aksa’dan Modanisa’ya

Geçen gün Nisa’ül Aksa’nın, (Aksa kadınları’nın) Eyyüb’deki, “Uluslararası Aksa kadınları buluşması”ndaydık.. Döndüm bilgisayarda Modanisa’nın “İstanbul Modest Fashion Week” notunu gördüm.

Aksa kadınlarına inat birileri “Mütrefinleri” Şeytan’ın vaad ettiği “yeryüzü cenneti”ne çağırıyor sanki..

“İslami/Helal” Bira da var, Şarap da (Adı “Şarabül kevser” olsun!), Şampanya da artık, “Müjdeler olsun”.. Fashion’dan sonra “İslami Faşing”i de bekliyoruz. Bu da AK Partililere inat AKP’lilerin “Lale devri”, “Hasbahçe devrimi” olsun. Eee “Cennetül arifan” devrimi olacak değil herhalde.. Kimlerden bahsettiğimi anlamak için www.istanbulmodest.com’a bakmanız gerek.. Endonezya’dan Avustralya’ya, Brunei’den Almanya’ya kim yok ki. Bahreyn, Malezya, Belçika’dan İsveç’e, Fransa’dan Hollanda’ya, İngiltere’den Dubai’ye herkes var. “Kanaat önderleri”  İngiltere, Dubai, Hollanda, Kanada, İsveç, ABD, İngiltere, Kuveyt ve Endonezya’dan.. “Danışma konseyi”nde kimler yok ki!

Makyaj MAC, Bilgi Partneri “Thomson Reuters”, Stratejiyi “The Brean” belirliyor. Zaten “Hicap” onların işi.. MÜSİAD adını Panelistlere yazmışlar ama, MÜSİAD yok, MÜSİAD’ın adını kullanıyorlar. İyi ki IBF’yi de yazmamışlar. Şimdi İTO’nun kapısını çalmayı deneyecekler.. Organizasyon Monostilo ve IFDC. Bu kim derseniz “İslamic Fashion&Desing Council”. Gerçekte kim olduklarını ben de bilmiyorum. Kimler yok ki, IFC Indenesian. Bunları yazıyorum ki, not edin, ileride lazım olur, bakalım hangi taşın altından çıkarlar, bilelim. Moslema inseyee, Galena Event Manegement.

Eğitim sponsoru: Kariyer Eğitim. Konaklama sponsoru: Double Tree ve Toruco. Media sponsorları hayli ilginç: TGRT EU ile Daily Sabah da var. Diğerleri; Yeni Kadın, Yeşil Topuklar, Sosyal medya melekleri, Colleziono, Ala Hijap, Salam Fashion, Atiya Basma, Hijap Fashion, Cover, Hijab, Noor, Azizah, Aysha.. Bir yanda DAEŞ’ciler, bir yanda bunlar!

“Modern mahrem” bu, Muhafazakar Modernistler(!)in sizi çağdaşlaştırma adına sunumlarını gerçekleştirecekleri bir şova davet ediyorlar sizi.. ÇYDD ile yapamadıklarını böyle yapacaklar. Hadi Osmanlıcasını söyleyelim: Muasırlaştıracaklar sizi. Asri hanımefendiler olacaksınız. “Asri Aile” yani! “İslamlaşma, Türkleşme, Muasırlaşma” diyorlardı ya “3 Tarzı siyaset”te. Sizi/bizi böyle muasırlaştıracaklar. Asrileştirecekler, batılılaştırılacaksınız yani. Yeni Paralel taarruz bu kez bu kanaldan kapınızı çalacak. “Ilımlı İslam” dedikleri bu zaten.. Asimetrik savaş böyle bir şey işte, toplum mühendisleri sureti haktan gözükerek aranıza sızarlar. Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı olur. “Dine karşı din”, “dini hayat tarzı”na karşı “Seküler bir hayat tarzı” böyle örgütlenir.!

“Lüküs hayat, lüküs hayat, oh ne rahat, yan gel de yat.” Para var, güç de, gençken yaşamayacaksanız ne zaman yaşayacaksınız bunları.. Hannas kulağınıza böyle fısıldıyor değil mi, hem onlar “kam alacak değil ya dünyadan” hadi “Ma-i tesnim içme vakti sizde çeşme-i nevpayeden”. “Yiyin hanımlar/efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin.” Bu arada bir de Osman Yüksek Serdengeçti’nin şu “Asri Aile” şiirine bir göz atın internetten, onu size ithaf ediyorum: “Asrilik ne demektir anlaması biraz zor  / İç yüzünü öğrenmek istersen gel bana sor  / Dikkatli bak görürsün ne kadar tersine iş  / Uçuruma sürükler cemiyeti bu gidiş”. Ve tabii bu etkinliklere katılanlara, destek verenlere de.

Hani ne oldu, ne söz vermiştiniz Rabbinize.. Hatırlatalım “Nur 31:Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zîynet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”

Sahi yüzü - gözü boyalı bu kadınlar ne kadar Hz. Haacer’e benziyorlar, ne kadar Hz. Hatice’ye, Hz. Fatıma’ya, Hz. Meryem’e, Firavun’a isyan eden Hz. Asiye’ye ya da Rahime annemize benziyorlar!.. Bunlara bakınca size Sümeyye’yi çağrıştırıyor mu? Kim bunlar!. Hani “yaşayan Kur’an” olacaktık. “Veresetül enbiya” olacaktık.. “Ağaç kurtları”na dikkat!

Fashion Tv sunucularına benziyor bunlar. Peygamberimizin “Men teşebbehe..” hadisi geliyor aklıma.. Nur Suresi’nin 60 Ayetinde: “Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” buyurulmaktadır. Bu ayetin hayatımızdaki karşılığı nedir?

Nisa suresi “13. Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur. 14. Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.

Bugünlük bu kadar yeter.. Yine döneceğim bu konuya..

Necip Fazıl’la veda edelim. “Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! / Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, / Orta kat: Mavs oynayan annem ve âşıkları, / Alt kat: Kızkardeşimin Tamtam da çığlıkları. / Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; / Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!” Selâm ve dua ile.











yeniakit.com.tr
Türkistan’da yaralar kapanmadı

Halep’te vahşet ittifakının saldırıları yüzünden yangın sürüyor. Dikkatlerin yeniden Suriye üzerine çekilmesinden cesaret alan siyonist katiller de Gazze’ye hava saldırılarını artırdılar. Normalde ateşkes sürdüğü için işgalci siyonistin kabul ettiği ateşkese uymamasından dolayı sorgulanması gerekiyor. Ama dünkü yazımızda da dile getirdiğimiz üzere kuzuların kurtlara teslim edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla katillerin işbirliği içinde olduğu bir âlemde uluslararası yargı da bu saldırganların himayesine verilmişse kimin kimden hesap soracağı sorusuna verecek cevap bulamıyorsunuz.

Gündemi bu konuların meşgul ettiği, Suriye, Filistin, Irak, Yemen ve Libya’da vuku bulan gelişmelerin zihinleri yeterince doldurduğu bu dönemde unutulan, dikkatlerden uzak kalan bir bölge var: Türkistan

Bu bölgenin önemli bir merkezinde işlenmiş büyük bir katliamın yıl dönümünün yaklaşması münasebetiyle, oralarda yaşanan sıkıntıları gündemde tutmak, zalimlere karşı mazlumların yanında durmak ve zulümden kaçanlara sahip çıkmak amacıyla çalışma yapan, bu amaçla Türkistan Birliği adında bir sivil toplum kuruluşu oluşturan kardeşlerimiz 5 Mayıs Perşembe akşamı “Türkistan Kan Ağlıyor” başlıklı bir forum düzenlediler. Ben de Allah’ın izniyle bir kısmına katılma fırsatı buldum. Bugün de bu vesileyle biraz Türkistan bölgesinin acılarına, yaralarına temas etmek istiyorum.

13 Mayıs Özbekistan’daki zulüm rejiminin gerçekleştirdiği önemli bir katliamın on birinci yıl dönümüdür. 13 Mayıs 2005’te Özbekistan’ın Fergana bölgesinin merkezi Andican’da haklarını istemek için meydanlara çıkan kalabalıkların üzerine zulüm rejiminin mermi ve ateş yağdırması sebebiyle uluslar arası medya organlarına yansıyan bilgilere göre üç binden fazla insan katledildi. Gerçek rakamların ise medyaya yansıyanın çok üstünde olduğu, en az sekiz bin kişinin katledildiği söyleniyor.

Bu katliamın gerçekleştirildiği tarihlerde Özbekistan’daki zulmün gerçek yüzünü ortaya koymaya çalıştığım muhtelif yazılar yazmıştım. Biri de katliamdan beş gün sonra 18 Mayıs 2005’te yayınlanan “Kerimov Akredite Zalim” başlıklı yazıdır. Bunu kişisel web sitemizden (www.vahdet.info.tr) okuyabilirsiniz.

O yazıda küresel güçlerin Özbekistan diktatörünün zulüm ve katliamlarına göz yummasının onu böylesine cüretkâr yaptığına dikkat çekmiştim. Bugün, öyle bir katliamın üzerinden on bir yıl geçtikten sonra ve üstelik aynı politikalarla, tüm vatandaşlarını kendisine köle yaparak saltanat sürdürebilmesi de zaten küresel emperyalizm nezdinde “akredite” yani onaylanmış bir zalim olmasından kaynaklanıyor.

Adı İslam kendi İslâm düşmanı olan Kerimov’un Özbekistan halkına yönelik zulüm uygulamalarında hiçbir değişiklik olmadı. Aksine küresel emperyalizmden aldığı destek kendisini daha da cüretkâr yaptığı için zulmünü, baskın ve işkence uygulamalarını artırdı. Üstelik ülkesinin halkını tamamen köleleştirdiği için insanları düşük ücretlerle çalıştırarak elde ettiği gelirleri de kendi aile efradının ayakları altına serdi. Bu sayede kendi kızını dünyanın en zengin kadınları listesine yazdırmayı başardı.

İnançlarının gereğini yerine getirmek isteyenler ise özellikle hedefe yerleştirilerek daha ağır zulümlere maruz kalıyorlar. O yüzden bu kişiler yurtlarını terk ederek kendilerini en azından güven içinde görecekleri yerlere hicret etmeye çalışıyorlar. Bir ümit kapısı olarak gördükleri ülkelerin başında da Türkiye yer alıyor. Fakat gelen muhacirlerden bazıları, ülkelerine döndüklerinde ağır işkencelere maruz kalacaklarının bilinmesine rağmen iade ediliyor.

Ayrıca zulüm sadece Özbekistan’a mahsus değil. Türkistan olarak tanımlanan coğrafi alanın hemen hemen tamamında insanlar en başta inançlarından, inançlarının gereğini yerine getirme çabalarından ve Müslüman kimliklerinden dolayı yerine göre de sadece, saltanatı elde tutanlara kölelik görevlerini hakkıyla yerine getirmemeleri sebebiyle zulme maruz kalıyorlar.

Türkistan Birliği’ni yöneten kardeşlerimiz gerek bölgedeki zulüm uygulamaları, gerekse bu zulümden kaçanların hicret mekânlarında ve bilhassa Türkiye’de karşılaştıkları zorluklar hakkında önemli bilgiler içeren raporlar hazırlamışlar. Bu bilgilere ve raporlara www.turkistan.org.tr adresinden ulaşmak mümkün.






ULUSALCILIK=NASYONALİZM...NASYONAL SOSYALİZM NEDİR ?
6. März 2011 um 00:32

   *****Nasyonal Sosyalizm ya da Nazizm, Almanya'da Adolf Hitler tarafından kurulan yönetim sistemi ve siyasi bir akımdır. Temel felsefesi milliyetçilik, sosyalizm, ırkçılık, anti-semitizm ve popülizm üzerine kuruludur. Bunların yanını sıra antikomünizm ve antikapitalizm sunmaktadır. Nasyonal sosyalizm beyaz ırkın diğer ırklardan (siyah-melez) üstün olduğunu ve ırklar arasında varolup süregelen mücadelenin (ırksal kazanımlarını fark edip kullanabilirlerse) üstün olan beyaz ırkın kazanacağını savunur.





******Nasyonal Sosyalizm doktrininin ilanı 1898'in Mayıs ayında, ilk teorisyeni Maurice Barrès tarafından yapıldı. Fransız Barrès, sosyalist bir milliyetçilik fikrini, yabancı egemen Almanya'ya karşı, seçmenleri kazanmak üzere yaydı ve sosyalizm'in "liberal bir zehir", ancak, nasyonal sosyalizmin, kollektif milliyetçiliğin gerçekleştirmenin aracı olduğunu açıklamıştı. Barrès'e göre, işçiler kendi uluslarından işverenlere karşı değil, yabancı işverene ve Yahudi sermayesine karşı mücadele etmeliydi.





******Nazi kelimesi, Adolf Hitler'in ideolojisini benimseyen kişi ya da kurumlara verilen genel adı ifade eder. Nazi Partisi'nin Almanca adı, NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei) idi. Avusturya vatandaşı Adolf Hitler tarafından faaliyete geçirildi."Nazi" kelimesi, köken olarak "National" ve "Sozialismus" kelimelerinden meydana gelmekteydi. (Almanca: Nationalsozialismus)







***************Nazizm'in II. Dünya Savaşı'ndan Sonraki Durumu *******************





İki dünya savaşı arasında ortaya çıkan bu ideoloji, bugün milletlerarası siyasi ve toplumda kabul görmemektedir. Bugün halen açık ve gizli eylemlerle faaliyetini çeşitli ülkelerde sürdürmeye çalışmaktadır. Bunlar arasında Almanlar'ın NPD ve Skinheads'leri (dazlaklar), İngiliz Skinheads ve holiganları yanında Amerika'da Ku Klux Klan üyeleri gibi daha birçok ufak tefek grup ve akımlar mevcuttur. Almanya başta olmak üzere birçok ülkede Nazi'lerin açıkça siyasi ve dernek çalışmaları sınırlandırılmış veya yasaklanmıştır.

*****1933'te Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nde örgütlenen Nasyonal Sosyalistler Weimar Cumhuriyeti'nin (Almanya) seçimlerini kazanıp hükümeti kurarak totaliter diktatörlüklerini ilan ettiler. Bu yeni Nazi devletinin adı III. Reich'ti ve 1945'e kadar devam etti.****

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





   SERBEST DÜŞÜNME ZAMANI :   

            





           Ülkemizde bazı sol fraksiyondan siyasi görüşteki kişiler kendilerini ULUSALCI= yani NASYONALİST olarak nitelendiriyorlar .BU  tarifi mümkün olmayan bir durumdur .Çünkü NASYONALİZMİN sol görüşle yakından uzaktan alakası yoktur .

       ASlında bu durum ,kendisini SOLcu sanan KEMALİSTLER in düştüğü tuhaf durumun bir başka örneğidir .

  SOLCULUK düşüncesi aslında BAŞKA ÜLKELERLE ENTEGRASYONU VE PROLETARYA (İŞÇİ ) YÖNETİMİNİ savunur .Ve düsturu da şudur  : " DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN "

    Ama ULUSALCILIK bu mantığa ters bir düşüncedir . VE olabildiğince içe kapanmayı benimser.KUZEY KORE modeli gibi .

               EZİLEN İNSANALIRN VE İŞÇİNİN yanında olduğunu söyleyenlerin GÜCÜ ELİNDE tutan bir azınlığın hükümranlığını savunması da ayrı bir çelişkidir . MAlum ülkemizde EGEMEN sınıf gerçekte hiçbir zaman BURJUVAZİ olmamış olamamıştır .

   EGEMEN sınıf BÜROKRASİ ve ASKERİ bir oligarşi şeklinde görünmektedir.

                  EGEMENLERİN en çok ezdikleri sınıf da malum kendisini savunacak apolotlerden mahrum ve savaşlarda LAİK bir dünyanın bekçiliği CANI pahasına yaptırılan HALKTIR .

             TÜM bu gerçekler ortadayken ULUSALCI kimliğiyle SÖZDE KAPİTALİZME savaş açtığını iddia eden bir kesim sözde solcularımızın ülkedeki DARBELERE ses çıkarmmış olmaları nedendir ?





  BUNUN SEBEBİ ONLARIN NASYONAL SOSYALİST YANİ FAŞİST OLMALARINDANDIR . Halkın acısının devam etmesi için bazen DAĞDAKİ EŞKİYA BAŞINI KARANFİLLERLE ziyaret ederler.Ertesi gün gelip halka şirin görünmek için ona küfrederler. EŞKİYE partisiyle ortak hareket ederek beraber iki şekilde ülkeyi germe STRATEJİLERİ kurgularlar .





   ÖZGÜRLÜK maskesi altında İNSANLARI susturmayı maharet sayarlar . HRANT DİNK in dava edilmesi için çabalar,o davaya giderken grup halinde onu linç etmeye kalkarlar .HRANT DİNK i adamları vasıtasıyla haklanınca .HRANT DİNKE sahip çıkarlar ...VE tüm bunları yaparken gayet doğal davranılrlar ve bu hareketleri ACAR GAZETECİLER tarafından asla HABER KONUSU yapılmaz.









 
1
































































































































































































Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen