Montag, 6. Juli 2015

SELÇUKLULAR 1

SELÇUKLULAR 

 

1 Ocak 2013

SELÇUKLULAR






SELÇUKLULAR
(Farsça: Saljükiyan; Arapça: Saljük veya el Salajika)









Kökeni Oğuz Türklerinin büyük bir kolu olan bir hânedandı. Selçuklular XI. ve XIV. yüzyıllar arasında Orta Asya'nın bir bölümünü ve Orta Doğu'yu yönetti.
Selçuklular, Ortadoğu'da devletler kurarak 300 yıl boyunca egemen olmuş, Oğuzların Kınık Boyundan bir Türk hânedânıdır. Adı, hânedânın kurucusu Selçuk Bey'den gelir. Selçukluların kurduğu devletler, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Kirman Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Irak Selçukluları devletleri olarak daha sonra beşe ayrılmıştır.
Türklerin târih boyunca kurdukları devletlerden en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklu Devleti'dir. Selçuklular 24 Oğuz kabîlesinden biri olan Kınık Boyu’na mensupturlar. Oğuzlar X. yüzyılda Sır-Deryâ (Seyhun) ile Hazar Denizi'nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşarken Kınık Boyu da bunların arasında Sır-Deryâ suyunun ağzına yakın oturmakta idi. X. yüzyılın başında Oğuz Devleti'nin "yabgu" unvânı taşıyan bir hükümdar idâre etmekte idi. Selçuklu âilesinin atası olan Temir-Yalıg (Demir Yaylı) lakaplı Dukak (veya Dokak)’ın Müslüman olduğu rivâyeti de vardır.

Harita 1- Selçuklular döneminde Avrupa ve Orta Doğu'da siyâsî durum

Büyük Selçuklu Devleti



Selçukluların kurduğu ilk devlettir.
Selçuk Bey tarafından temeli atılan bu devlet Bağdat'ı kendine başkent yaparak Abbâsî Halîfesi’nin koruyucusu konumuna erişti. 1092 yılında Selçuklu hükümdârı Melikşâh’ın ölümünden sonra bölünmeye uğradı.

Şekil 1- Büyük Selçuklu Devleti Bayrağı
Selçuklular tarafından kurulan diğer devletler Kirman Selçuklu Devleti, Irak Selçuklu Devleti, Suriye Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklu Devleti'dir. 1040-1157 yılları arasında hüküm süren Büyük Selçuklular, en güçlü oldukları dönemde Harezm, Horasan, İran, Irak, Suriye ve Doğu Anadolu'ya egemen olmuş bir Türk devletidir. Kapladıkları alan doğuda Balkaş ve Issık Gölleri, Tarım Havzası; batıda Ege ve Akdeniz sâhilleri, kuzeyde Aral Gölü, Hazar Denizi, Kafkasya, Karadeniz; güneyde Arabistan dâhil Umman Denizi'ne kadar ulaşıyordu (10.000.000 km2).

Harita 2- Büyük Selçuklu Devleti'nin konumu ve sınırları

Kuruluş

Kınık Boyu Orta Asya'daki Oğuz Boylarından biriydi. Selçuk Bey Hazar İmparatorluğunda subaşı (ordu komutanı) görevindeydi. Selçuk Bey giriştiği taht mücâdelesini kaybedince X. yüzyılın ikinci yarısında âilesi ve ordusu ile birlikte İran yönüne göç ettiler. Bu göçebe topluluk Karahanlılara ve Sâmânîlere savaşlarda asker vererek karşılığında geniş otlaklar elde etti. Burada Müslümanlığı benimsedikten sonra Sâmânîler Devleti’nin yönetiminde söz sâhibi oldu. Sâmânîler Devleti yıkılınca Selçuk Bey, Müslüman halkıyla birlikte Horasan bölgesine yerleşti. Selçuk Bey'in 1009'da ölümünden sonra daha da güneye indiler.
Selçuk Bey'in oğlu Arslan Bey'in yönetiminde, Karahanlıları ve Gaznelileri endişelendirecek kadar güçlendiler. Arslan Bey'in Gaznelilerce tutuklanması ve 1032'de ölmesinden sonra, Selçuk Bey'in torunları Tuğrul Bey ve Çağrı Bey bağımsızlıklarını elde etmeye giriştiler. Selçukluların teşkîlatlı devlet düzenine girmesi bu dönemde oldu. Devletin ilk yöneticisi Tuğrul Bey'di. Selçuklular 1035'te büyük bir Gazneli ordusunu yenerek Horasan içlerine doğru ilerlediler. 1037'de de, bugünkü Türkmenistan’da yer alan Merv kentini ele geçirdiler. 1038'de Gaznelileri ikinci kez yendiler ve Nişâbur kentine girerek bağımsızlıklarını îlan ettiler. Tuğrul Bey “sultan” sanıyla hükümdar îlan edildi ve Büyük Selçuklu Devleti de böylece kurulmuş oldu.

Tablo 1- Selçuklu Hânedânı'nın soyağacı
Gazneli I. Mesud, Büyük Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırmak amacıyla güçlü bir orduyla Selçuklu topraklarına girdi. Gazneli ve Büyük Selçuklu orduları, Merv yakınlarında Dandanakan denen yerde karşılaştılar. Mayıs 1040’ta yapılan Dandanakan Savaşı'nda, Büyük Selçuklular Gazneli ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin Harezm ve Horasan'da varlığı kesinlik kazandı. Tuğrul Bey, bu savaşın ardından giriştiği fetihlerle bütün İran'ı denetimi altına aldı. 1041'de Kirman, 1042'de Harzemşahlar ve Kakuveyhîler, Cürcan'da Ziyârîler ve Misâfirîler, Hamedan ve İsfahan şehirleri, 1051'de Şiraz'daki Kalicarîler, 1052'de Umman, 1054'te Tebriz'deki Revadîler, Diyarbakır'daki Mervânîler, Hille'deki Mezyedîler, Musul'daki Ukaylîler, 1056'da Huzistan'daki Hezâresbîler ve Büveyhoğullarının toprakları Büyük Selçuklu Devleti'ne katıldı. Devletin sınırları, batıda Bizans, güneybatıda Abbâsîler, kuzeybatıda Gürcistan topraklarına dayandı.

Harita 3- Büyük Selçuklu Devleti'nin 1055 yılındaki sınırları

18 Eylül 1048'de Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası'nda birleşik Bizans-Gürcü ordusuyla yaptığı Pasinler Savaşı'nı kazanan Büyük Selçuklular, Doğu Anadolu içlerine akınlar düzenlemeye başladılar. İslam dünyâsının dinsel önderi konumundaki Abbâsîler, bu dönemde Bağdat'ı elinde tutan Büveyhîlerin siyâsal baskısı altındaydı. Tuğrul Bey, Halîfe Kâim'in çağrısı üzerine 15 Aralık 1055'te Bağdat'a girdi ve Büveyhîleri halîfeliğin merkezinden çıkardı. Bu olayın ardından Büyük Selçukluların İslam dünyâsındaki îtibârı arttı.
Tuğrul Bey 1063 yılında ölünce kardeşi Çağrı Bey'in oğlu Alparslan tahta geçti. Alparslan Büyük Selçuklu topraklarını daha da genişletti. 1071'de Malazgirt Savaşı'nda Bizans İmparatoru Romen Diyojen'i yenerek tutsak aldı. Malazgirt Zaferi’nin asıl önemi, Anadolu'yu Türklere açmış olmasından gelir. Anadolu içlerine akınlarını sürdüren Büyük Selçuklu komutanları yeni topraklar ele geçirdiler ve bağımsız yeni devletler kurdular.
Alparslan 1072'de ölünce Büyük Selçuklu Devleti’nin başına oğlu Melikşah geçti. 1072-1092 arasında hüküm süren Melikşah dönemi, Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemi oldu.
Süleyman Şah komutasında Anadolu'yu fetheden Türk ordusu 1077'de târihî Hıristiyan şehirlerinden İznik'i alarak Marmara Denizi, 1081'de İzmir'in fethiyle Ege, 1084'te Sinop'u fethiyle Karadeniz kıyılarına ulaştı. Ocak 1085'te Antakya ve 28 Şubat 1087'de Urfa ele geçirildi.
Diğer bölgelerde de serî fetihler devam etti. 1071'de Selçuklu komutanı Atsız Bey Suriye, Lübnan, Kudüs ve Filistin'i fethetti. Ekim 1074'te Akka'yı, 10 Haziran 1076'da bölgenin merkezi Şam'ı Türk topraklarına kattı. 1076'da Kahire'yi başarısız kuşatma girişiminde bulundu.
Artuk Bey ise Ocak 1077'de Lahsa, Katif, Kuveyt ve Bahreyn'i aldı. Haziran 1087'de Lübnan'da Sayda zapt edildi.
1070-1072 arasında geçici olarak Selçukluların eline geçen Hicaz 1080'den sonra kalıcı olarak Türk topraklarına katıldı ve Kızıldeniz'e çıkıldı. 1092'de Yemen, Aden ve Lahec'in fethiyle Hint Okyanusu'na ulaşıldı.
Doğuda ise 1074'te Semerkand fethedilerek Batı Karahanlı Devleti, 1089'da Kaşgar fethedilerek Doğu Karahanlı Devleti Selçuklu tâbiiyetine alındı.
Selçukluların saldırılarına mâruz kalan Bizans İmparatorluğu özellikle Komnenos Hânedânı’nın hüküm sürdüğü 1081-1185 yılları arasında Malazgirt Savaşı'nın yarattığı bozgun durumunu durdurmuş ve “Komnenos Restorasyonu” diye adlandırılan dönemde Selçuklu yayılması engellenmiş ve geriletilmiştir. Bunda Anadolu'da Haçlı Seferlerinin yarattığı yeni güç dengesi ve özellikle II. Yannis Komnenos'un başarılı diplomasisinin de büyük payı vardır.
Melikşah dönemi Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak döneminin yaşandığı zamandır. Bu önemli devlet adamının 37 yaşındayken 1092 yılında bir saray entrikası netîcesinde öldürülmesi Orta Doğu târihinin yazgısını değiştirebilecek nitelikte bir olaydır. Nitekim dört yıl sonra Anadolu ve Suriye üzerinden Kudüs'e yönlenen I. Haçlı Seferi karşısında derli toplu bir güç bulamadığından başarıya ulaşmış ve iki yüzyıl sürecek Müslüman-Haçlı mücâdelesi başlamıştır.

Gerileme ve Dağılma Dönemi

Melikşah'tan sonra sırasıyla başa geçen I. Mahmud (1092-1094), Berkyaruk (1094-1105), Muizzeddîn Melikşah (1105-1105) ve Mehmed Tapar (1105-1118) dönemlerinde Büyük Selçuklu Devleti gücünü ve eyâletlerdeki merkezî denetimini giderek yitirdi. 1118'de tahta çıkan Ahmed Sencer’in ülke topraklarını yeniden birleştirme çabası başarılı olduysa da devlet Melikşah dönemindeki sınırlarına ve otoritesine kavuşamadı. 1128 yılında doğudaki Doğu ve Batı Karahanlı devletlerine boyun eğdiren Karahitaylar Selçuklu Devleti ile komşu oldu ve baskı yaratmaya başladı. 1141 yılında Karahitay ve Selçuklu orduları arasındaki Katvan Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Selçuklu Devleti hızlı bir dağılma sürecine girdi. Karahitayların devletin en verimli toprakları olan Mâverâünnehir'i işgal etmeleri Selçuklu Devleti'nin ekonomisini ve ordusunu iyice sıkıntıya soktu. Sultan Sencer, giderek artan ekonomik buhran nedeniyle ayaklanan göçebe Oğuzlara 1153'te tutsak düştü. İki yıl sonra kaçarak kurtulduysa da ülkede iktidârını yeniden sağlayamadan 1157’de öldü. Büyük Selçuklu Devleti böylece sona erdi.

Harita 4- Karahıtaylar Hanlığı (1200 yılı)
Hânedan üyeleri yönettikleri bölgelerde bağımsız davranmaya başladılar. Daha önce bağımsızlıklarını îlan etmiş olan Selçuklu Hânedânı’nın kurduğu devletlerden yalnızca Anadolu Selçuklu Devleti, yüz yılı aşkın bir süre daha ayakta kalabildi. Ayrıca devletin gerilemesinin sebepleri arasında Haçlı Seferleri, Fâtımîler ile olan çatışmalar, HasanSabbah'ın Bâtınîlik propagandaları ve Oğuz Boylarının ayaklanmaları sayılabilir. Bunun sonucunda ise Abbâsî Halîfeleri Selçuklu egemenliğinden kurtulmak için birtakım çalışmalar yürütmüştür. Bunlar Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına neden olan etkenler ve nedenlerdir. Özet olarak Selçuklu Devleti’nin yıkılma nedenleri olarak aşağıdakiler sayılabilir:

Devlet Yapısı

Büyük Selçuklu Devleti’nin örgütlenme biçimi, kendisinden önceki İslam devletlerine benziyordu. Hint-İran devlet anlayışını yansıtan bu örgütlenmede, eski Türk devlet geleneğinin de belirgin etkisi vardı. Eski Türk devlet geleneğinde olduğu gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nde de ülke toprakları hânedânın ortak malı sayılıyordu. Bundan dolayı Büyük Selçuklu toprakları eyâletlere bölünmüştü. Eyâletlerin yönetimi de “melik” olarak adlandırılan, hânedânın erkek üyelerine bırakılmıştı. Tuğrul Bey'den önce boy başkanına Oğuz geleneğine göre “yabgu” deniyordu. İslam dîninin benimsenmesinden sonra, hükümdarlar İslam devletlerindeki geleneğe uyarak "sultan" unvânı ile anıldılar. Suriye Selçukluları ile Kirman Selçuklularına Irak Selçukluları da katıldı. Büyük Selçuklu topraklarına göçen yeni Oğuz Boyları da iç düzeni büyük ölçüde sarstılar. Bu karışıklık döneminde Harzemşahlar, Büyük Selçuklu toprakların büyük bölümünü ele geçirdiler. Bir süre daha direnen Kirman Selçukluları 1175’te, Irak Selçukluları da 1194’te yıkıldı.
Başkentte oturan sultan, devletin mutlak egemeniydi. Bütün atamalar ve toprak dağıtımı sultânın buyruğuyla yapılıyordu. Ayrıca sultan yüksek yargı kurullarına da başkanlık ediyordu. Hükümdarların danışmanı konumundaki kişiler yönetimde önemli rol oynuyorlardı. Alparslan döneminde bu göreve getirilen Nizâmülmülk, İslam geleneği uyarınca vezir unvânı aldı ve devlet yönetiminde köklü değişiklikler yaptı. Nizâmülmülk, devlet yönetimine ilişkin anlayışını Siyâsetnâme adlı kitabında da anlatmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde devlet işleri "dîvân-ı âlâ" adı verilen bir kurulda görüşülür ve karara bağlanırdı. Ayrıca mâliye, askerlik ve adâlet işleriyle uğraşan başka dîvanlar da vardı. Meliklerin yönetimindeki eyâletlerde de büyük ölçüde merkezdeki örgütlenme örnek alınmıştı.

Harita 5- Harezmşahlar Devleti'nin konumu ve sınırları

Toprak Yönetimi ve Ordu

Büyük Selçuklu ülkesinde tarım yapılan topraklar "ikta" denen bölümlere ayrılmıştı ve iktalar hizmet karşılığında belirli süre için ileri gelenlere veriliyordu. Bu usulle verilen topraklar has, ikta ve haracî olarak üçe ayrılıyordu. Has toprakların geliri doğrudan sultan âilesine veriliyordu. İkta sâhipleri ise, toprakları işleme karşılığında belli sayıda asker besliyor ve savaş zamanlarında orduya katılıyorlardı. Haracî olarak adlandırılan toprakların geliri de doğrudan devlet hazînesine aktarılıyordu.

Resim 1- Selçuklu sipâhîleri
Alparslan dönemine kadar beylere bağlı göçebe Türkmenlerden oluşan ordu Nizâmülmülk tarafından yeniden yapılandırıldı. Nizâmülmülk, aylıklı askerlerden oluşan sürekli bir ordu kurdu. Bu aylıklı askerlere "gulam" deniyordu ve bunlar temel olarak başkentte iktidârı korumakla görevliydi. Savaş sırasında asıl ordu ise ikta sâhiplerinin yönetimindeki atlı askerlerden oluşurdu. Ayrıca bağlı devletler de savaş zamanlarında sultânın ordusuna asker gönderiyorlardı. Melikşah döneminde orduda 50 bin kadar atlı asker olduğu bilinmektedir.

Toplumsal ve Ekonomik Yaşam

Büyük Selçuklu Devleti'ndeki Oğuz Boyları ve başka bâzı topluluklar göçebeydiler. Oğuz Boylarının başında bir bey bulunuyordu. Bu göçebe topluluklar geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı ve otlak bulmak için de mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Devlet göçebe topluluklardan otlak vergisi alıyordu. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticâretle uğraşıyordu. Kentlerdeki tüccar ve esnaf, işkollarına göre loncalar biçiminde örgütlenmişti. Merkezî devlette görevli mêmurlar ile sürekli ordudaki askerler maaş alıyorlardı.

Eğitim, Bilim ve Sanat

Büyük Selçuklular, kendilerinden önce var olan medreselerde öğretimi sürdürdüler, ama bununla yetinmediler. Vezir Nizâmülmülk’ün öncülüğünde ve onun adını taşıyan yeni medreseler kurdular. Nizâmiye Medreselerinin ilki 1067’de Bağdat'ta açıldı. Daha sonra İsfahan, Rey, Merv (başkent), Belh, Herat, Basra, Musul gibi kentlerde yeni Nizâmiye Medreseleri kuruldu. Medrese sisteminde programlı ve belli bir yönteme dayanan eğitim ilk kez bu medreselerde verildi. Medreselerde din konularının yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutuluyordu ve medreselerde zengin kitaplıklar vardı. Medreselerin dışında da ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş kitaplıklar bulunuyordu. Melikşah döneminde önce Isfahan'da, sonra Bağdat'ta birer gözlemevi kuruldu. Büyük Selçuklular Arapçayı din ve bilim dili, Farsçayı edebiyat ve devlet dili, Türkçeyi ise saray ve orduda günlük konuşma dili olarak kullanıyorlardı.
Büyük Selçuklular, var olan kentleri bayındır hâle getirirken yeni kentler de kurdular. Ülkenin pek çok yerinde yeni kurumlar ve yapılar inşâ ettiler. Bunlar câmi, medrese, kervansaray, hastâne, köprü, çeşme, imâret, han, hamam, türbe gibi yapılardı.
Büyük Selçuklular, ince ve uzun minârelerle câmi mîmârîsine yeni bir anlayış getirdiler. İsfahan'daki Mescîd-i Cuma bu anlayışla yapılmış en eski örnektir. Büyük Selçuklu anıtmezarları olan kümbetler de yaygın mîmârî yapılardır. Kümbetler içten kubbe, dıştan ise piramit ya da konik bir çatıyla örtülüyordu. Dört köşeli, çok köşeli ya da yuvarlak formdaki Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle iki katlı olarak yapılıyordu. Bu kümbetlerde alt kat mezar, üst kat ise mescit olarak kullanılıyordu.

Fotoğraf 1- Karahan İkiz Türbeleri, Kazvin / İran
Büyük Selçuklu sanatında hat (yazı), minyatür, ahşap ve taş oymacılığı, çinicilik, mâden işleme, cilt ve çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti.

Anadolu Selçuklu Devleti (Rum Selçukluları), (Arapça: el-Salācika el-Rūm; Farsça: Salcūkiyân-e Rūm)


Selçukluların Anadolu’da kurduğu devlettir.

Harita 6- Anadolu Selçuklu Devleti ve Birinci Dönem Anadolu Beylikleri
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızlandı. Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Anadolu’daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik’i Bizans’tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını îlan etti. Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu Sultânı’nı tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.
Bizans'ın sınır komşusu olan Süleyman Şah bir süre sonra bu devletin içişlerine karışmaya başladı. 1078'de Büyük Selçuklu Sultânı Melikşâh, Anadolu’da ayrı bir devlet kuran I. Süleyman Şâh’ın güçlenmesinden kaygı duymaya başladı. 1078'de ordusunu Süleyman Şâh’ın üzerine gönderdi. Beklediği zaferi kazanamadı. Süleyman Şah, Bizans'taki taht kavgalarından yararlanarak sınırlarını genişletmeyi bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra I. Süleyman Şah 1082'de Adana ve Tarsus kentleriyle birlikte bütün Kilikya topraklarına sâhip oldu. 1084'te de Antakya'yı ele geçirdi.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1086 yılında Antakya yakınlarında Suriye Selçuklu Devleti Sultânı Tutuş'la yaptığı savaşta yenilerek ölünce, Süleyman Şâh’ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Büyük Selçuklu Devleti Sultânı Melikşâh'ın İsfahan'daki sarayına esir olarak gönderilmişti. Böylece Anadolu'da bir otorite boşluğu meydana geldi. Bu döneme Anadolu Selçuklu Devleti'nin fetret dönemi denilebilir. Bu otorite boşluğundan yararlanan İznik Beyi Ebu'l-Kâsım Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimini eline geçirdi. Kardeşi Ebu'l-Gâzî Hasan Bey'le birlikte Marmara civârında Bizanslılarla savaşarak devletin sınırlarını genişletmeye başladı.
Anadolu'yu kendisine bağlamayı uman Büyük Selçuklu Devleti hükümdârı Melikşâh, Urfa Emîri Bozan'ı Ebu'l-Kâsım'ın üzerine yolladı. Emir Bozan İznik'i kuşattıysa da alamadı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'yle savaşmayı göze alamayan Ebu'l-Kâsım kardeşini İznik'te bırakarak Melikşah’la anlaşmak üzere İsfahan'a hareket etti. Melikşah Ebu'l-Kâsım'la anlaşmayı kabul etmedi. Ebu'l-Kâsım İznik'e geri dönerken 1092 yılında yolda yakalanarak îdam edildi. Ebu'l-Kâsım'ın ölümünden sonra kardeşi Ebu'l-Gâzî kısa bir süre daha İznik'i elinde tutmaya devam etti. Ancak Büyük Selçuklu Devleti Sultânı Melikşâh'ın ölümü üzerine Süleyman Şâh’ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İsfahan'da serbest bırakıldılar. Ebu'l-Gâzî İznik'e 1092 yılı sonlarında ulaşan I. Kılıç Arslan'a hiç direnmeden yönetimi devretti. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimi tekrar Kutalmışoğlu Süleyman Şâh’ın hânedânına geri dönmüş oldu.

Târihi

Büyük Selçuklu Sultânı Melikşâh’ın ölümünden sonra I. Kılıç Arslan 1092'de Anadolu Selçuklu tahtına çıktı. I. Kılıç Arslan, İzmir yöresinde gittikçe güçlenen Çaka Bey'i ortadan kaldırdı. Haçlılar karşısında yenilgiye uğrayınca İznik’i terk edip Anadolu içlerine çekilmek zorunda kaldı ve Konya'yı başkent yaptı. 1100'de Dânişmendlilere yenilen Haçlılar ertesi yıl Anadolu'ya ikinci bir ordu gönderdiler. Anadolu Beylikleriyle birlikte hareket eden I. Kılıç Arslan'ın da Elbistan'ı alması iki devlet arasında savaşa yol açtı, artık Büyük Selçuklu tahtını isteyecek kadar güçlenmişti. Bu amaçla 1107'de Büyük Selçuklu yönetimindeki Musul üzerine sefere çıktı. Ama Habur Suyu kıyısında Büyük Selçuklu ordusuna yenildi ve atıyla ırmağı geçerken boğularak öldü. I. Kılıç Arslan’ın ölümüyle Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliği sarsıldı. Anadolu’da üstünlüğü Dânişmendliler ele geçirdi.

Harita 7- Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin konumları
Harita 8- Dânişmendoğulları Beyliği

Tablo 2- Anadolu Selçuklu Hânedânı'nın soyağacı

Anadolu Selçuklu tahtı bir süre boş kaldıktan sonra, I. Kılıç Arslan'ın oğlu Şâhin Şah 1110'da başa geçti. Ama kardeşi Rükneddîn Mesud onun sultanlığını tanımadı ve Dânişmendlilerin desteğiyle iktidârı ele geçirdi. Rükneddîn I. Mesud, bir süre Dânişmendlilerin denetimi altında kaldı. 1142'de Dânişmendli Mehmed Bey’in ölümünün ardından Anadolu Selçuklularının Anadolu'daki üstünlüğünü yeniden kurdu. Bizans ordusunu 1146'da Konya önlerinde yendi. Ertesi yıl II. Haçlı Ordusu’nu Eskişehir yakınlarında bozguna uğrattı.
Rükneddîn I. Mesud, geleneğe uyarak ülkesini üç oğlu arasında paylaştırdı ve II. Kılıç Arslan'ı veliaht îlan etti. I. Rükneddîn Mesud’un 1155’te ölmesinin ardından oğulları arasında taht kavgaları başladı. Bu sırada Dânişmendliler, Bizanslılar, Musul Atabeyi Nûreddîn Mahmud Zengî ve Ermeni derebeyi Toros birleşerek Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı harekete geçtiler. II. Kılıç Arslan devleti ayakta tutabilmek için önce Bizans’la barış yapmanın yollarını aradı ve İstanbul'a giderek bir antlaşma yaptı. Daha sonra, amcası Şâhin Şah ile Dânişmendlilerin birleşik ordusunu yendi. 1175'te Dânişmendlilerin egemenliğine son verdi.
Bir süre sonra II. Kılıç Arslan ile Bizans arasındaki barış bozuldu. Bunun üzerine Bizanslılar büyük bir orduyla Anadolu içlerine girdi. II. Kılıç Arslan 1176'da Sandıklı ile Dinar'ın doğusunda, Miryokefalon Savaşı'nda Bizans Ordusu’nu pusuya düşürdü ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu, Türklerin Anadolu’da Bizans karşısında Malazgirt'ten sonraki en büyük zaferdi. Bu yenilginin ardından Bizans, Türkleri Anadolu'dan çıkarma umudunu tümüyle yitirdi.
II. Kılıç Arslan 1186'da ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırdı. Ne var ki, daha kendisi hayattayken oğulları arasında veliahtlık mücâdelesi başladı. 1192'de II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra oğullarından I. Gıyâseddîn Keyhüsrev tahta çıktı. Ama 1196'da tahtını ağabeyi II. Süleyman Şâh’a bırakmak zorunda kaldı. II. Süleyman Şah, Erzurum'u alarak Saltukluların varlığına son verdi. 1204'te öldüğünde Anadolu Selçuklu Devleti’ni yeniden eski gücüne ulaştırmıştı.

Son Parlak Yılları

1205’te I. Gıyâseddîn Keyhüsrev ikinci kez tahta çıktı. Karadeniz'deki ticâret yollarını kesen Trabzon İmparatorluğu üzerine bir sefer düzenleyerek bu yolu yeniden Türklere açtı. Daha sonra önemli dış ticâret limanı olan Antalya'yı topraklarına kattı. I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, sultânın ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırma geleneğine son vererek merkezî yönetimi güçlendirdi. Vilâyetleri yönetmekle görevlendirilen şehzâdeleri merkezî yönetime bağlı birer vâli durumuna getirdi.
I. Gıyâseddîn Keyhüsrev 1211'de öldü ve yerine büyük oğlu I. İzzeddîn Keykavus tahta çıktı. Önce kendisine karşı ayaklanan kardeşi Alâeddîn Keykubad’ı etkisiz hâle getiren I. İzzeddîn Keykavus, böylece iktidârını sağlamlaştırdıktan sonra bütün dikkatini Anadolu'da ticâretin canlandırılmasına verdi. Kıbrıs Krallığıyla bir anlaşma yaparak iki ülke arasındaki ticâreti serbest hâle getirdi. Kuzey ticâret yolunu açmak için Sinop'u Trabzon İmparatorluğundan aldı. Daha sonra, güney ticâret yolunu engelleyen Ermeni derebeyinin üzerine yürüdü ve Ermenileri yenerek Suriye ticâret yolunu açtı. Böylece Anadolu, ticâret kervanlarının merkezi durumuna geldi.
1220'de Keykavus ölünce kardeşi I. Alâeddîn Keykubad tahta çıktı. En ünlü Anadolu Selçuklu hükümdarlarından biri olan I. Alâeddîn Keykubad, Akdeniz kıyısında önemli bir liman olan Kalonoros'u aldı. Kendi adından dolayı daha sonra Alanya olarak anılan bu kentte bir tersâne kurdurdu ve kentin kalesini yeniden yaptırdı. Tüccarların karada Ermenilerin, denizde Avrupalı korsanların saldırılarına uğraması üzerine İçel'den Antalya'ya kadar bütün kıyı şeridini topraklarına kattı. Moğolların Anadolu’ya girmesi tehlikesi karşısında 1226'da Eyyûbîlerle ilişkilerini geliştirdi. Bu arada Trabzon İmparatorluğuyla ittifak kuran Harzemşahları 1230’da Yassıçemen Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrattı. Moğollara karşı komşu devletlerle bir birlik kuramayan I. Alâeddîn Keykubad, 1233’te Moğol kağanının egemenliğini tanımak zorunda kaldı.
Alâeddîn Keykubad 1237’de ölünce yerine oğlu II. Gıyâseddîn Keyhüsrev tahta çıktı. Ama devletin yönetimi fiilen vezir Sâdeddîn Köpek'in elindeydi. Moğolların önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan göçebe Türkmenler, Anadolu Selçuklu ülkesini tam bir kargaşaya sürükledi. Anadolu Selçuklu yönetimi bu kargaşayı önlemek için sert önlemlere başvurunca, Anadolu Selçuklu târihinin en büyük ayaklanması patlak verdi. Baba İshak'ın önderliğindeki ayaklanmacılar başkent Konya üzerine yürüyünce II. Gıyâseddîn Keyhüsrev kenti terk etmek zorunda kaldı. Ama sonunda, 1240’ta ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı.
Baba İshak Ayaklanması’nın Anadolu Selçuklu Devleti’ni iyice zayıflattığını gören Moğollar, fırsat bu fırsat deyip Anadolu’yu işgal etmeye karar verdiler. Moğol Orduları Doğu Anadolu’ya girerek önce Erzurum’u işgal ettiler. Daha sonra, Selçuklu Ordusu ve Moğol Ordusu Sivas’ın doğusundaki Kösedağ’da karşı karşıya geldiler. II. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in komutasındaki Selçuklu Ordusu, sayıca fazla olmasına rağmen, yanlış savaş taktikleri yüzünden ağır bir yenilgi aldı.
Moğollar bu zaferden sonra Erzincan, Sivas ve Kayseri gibi kentleri ele geçirdiler ve yağmaladılar. Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev Moğollarla anlaşma yaptı ve her yıl onlara vergi vermeyi kabul etti. Böylece, Anadolu Selçuklu Devleti Moğollara bağlı bir devlet hâline geldi.

Harita 9- İlhanlılara tâbi Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1300 yılındaki sınırları ve İkinci Dönem Anadolu Beylikleri
Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğollar Anadolu’da tam bir baskı kurdular. Koydukları ağır vergiler halkı zor durumda bıraktı. Moğol baskısının yanı sıra, artan Bizans saldırıları, siyâsal cinâyetler, doğal âfetler ve salgın hastalıklar devleti büsbütün sarstı. Anadolu Selçuklu Devleti birkaç kez iki ve üçe bölündü.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Dağılışı ve Yıkılışı

Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine giriştiler. Hattâ bu ayaklanmalardan birinde Memluk Sultânı Baybars’tan yardım istediler. Ordusu ile Anadolu’ya gelen Baybars 1277 yılında Elbistan Ovası’nda Moğolları darmadağın etti. Ancak, Sultan Baybars’ın ülkesine geri dönmesinden sonra, Moğolların intikâmı acı oldu. Çok sayıda insanı acımasızca öldürdüler. Bundan sonra Anadolu tamâmen Moğol egemenliğine girdi. Anadolu’yu atadıkları vâlilerle yönettiler. 1308 yılında, son sultan II. Mesud’un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı.

Giyâseddîn II. Mesud

(Gīyās el-Dīn Mes'ūd bin Kaykā'ūs)

Anadolu Selçuklu Sultânı ve II. İzzeddîn Keykavus'un oğludur. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Moğolların egemenliği altında hüküm sürdüğü bu dönemde dört defâ tahta çıkmış, her seferinde kardeşinin oğlu olan III. Alâeddîn Keykubad'la yer değiştirmiştir.
1289 yılında Selçuklu hükümdârı II. Gıyâseddîn Mesud tarafından Osman Bey’e bir menşur gönderilmiştir. Menşur, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde pâdişah tarafından beylik ve komutanlıklara gönderilen ve bahis mevzûu şahsa rütbesinin yükseltildiğini bildiren fermandır.
Selçukluların Osman Gâzî’yi uç beyi olarak tanıyan 1284 târihli ilk menşurundan sonra, aradan geçen süre zarfında Osman Bey’in, toplanmış olan kuvvetleriyle Rumların üzerine yürüyüp onları hezîmete uğratması ve tehlikeli düşmanlardan İnegöl Tekfuru Nikola’nın bu harpte maktul olması üzerine gönderilen bu ikinci menşur ile ayrıca, ak sancak, tuğ, davul, kös ve zilden ibâret olan ve “tabılhâne” olarak isimlendirilen beylik alâmetleri de yollanmıştı. Ayrıca, Gıyâseddîn Mesud, Osman Gâzî’yi her türlü vergiden muaf tutuyordu.


Devlet Yapısı ve Ordu

Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hânedânın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzâdeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzâdelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biriydi. I. Gıyâseddîn Keyhüsrev bu geleneğe son verdi ve merkezî yapıyı güçlendirdi. Sultan unvânıyla anılan Anadolu Selçuklu hükümdarları devletin ve ordunun başıydı. Merkezî devlet işleri dîvân-ı âlî (büyük dîvan) adı verilen bir kurulda görüşülür ve karara bağlanırdı. Bu kurula vezirler başkanlık ederdi. Vezirden sonraki en yüksek devlet görevi, niyâbet-i saltanatlık makâmıydı. Bu makâma atanan “saltanat nâibi”, yokluğunda sultâna vekâlet ederdi. Öbür yüksek devlet görevlilerinden “müstevfî”, mâliye işlerini yürütürdü. “Pervâne”, dîvânın yaptığı atamalara ve dirliklerin (iktaların) dağıtım işlerine bakardı. Yazışmaları “tuğracı” yürütür, hukuk işlerine “emîr-i dad” bakar ve askerlik işleriyle “beylerbeyi” ilgilenirdi. Askerî dâvâlara ise “kadı-i leşker” bakardı.
Vilâyetlerin yönetiminden sorumlu kişiye “subaşı” denirdi. Bir tür vâli sayılan subaşı, kentin düzenini sağlar ve bölgedeki askerlere komutanlık ederlerdi. Ayrıca “melik” denen şehzâdelerin yönettiği vilâyetler vardı. Melikler doğrudan sultâna bağlıydılar ve vilâyet merkezinde büyük dîvâna benzer bir dîvan kurarlardı. Anadolu Selçukluları, Bizans sınırlarına bir tür sâbit öncü kuvvet olarak Türkmen Boylarını yerleştirmişlerdi. Bu boyların beyleri sınır bölgelerinde, uçbeyliği denen yarı bağımsız beylikler kurmuşlardı.
Anadolu Selçuklularında devletin malı olan topraklar üçe ayrılırdı. Bunlara “dirlik”, “vakıf” ve “mülk” denirdi. Sultan dirlikleri, kendisi için asker besleyip yetiştirmeleri karşılığında Türkmen Beylerine ve komutanlarına verirdi. Mülk denen topraklar üstün hizmetlerde bulunanlara gene sultan tarafından verilirdi. Vakıf arâziler ise, han, hamam, medrese gibi kurumların giderlerinin karşılanması için ayrılmış topraklardı.
Selçuklu Ordusu asıl olarak, beylerinin komutasında savaşa katılan Türkmenlere dayanıyordu. Dirlik sâhiplerinin kendilerine verilen topraklarda besledikleri tımarlı sipâhîler ve kapıkulu askerleri, savaş zamânında ordunun önemli bir parçasıydı. Tımarlı sipâhîler subaşıların buyruğunda savaşa katılırdı. Kapıkulu askerleri, devlet tarafından çocuk yaşta alınıp eğitilen Türkler ve Hıristiyanlardan oluşuyordu.

Toplumsal ve Ekonomik Yaşam

Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imârethâneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca eğitim kurumları medreselerdi. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler kurulmuştu. Dârüşşifâ denen hastâneler daha çok Divriği, Sivas, Tokat, Amasra, Kayseri, Konya ve Kastamonu gibi kent merkezlerinde yoğunlaşmışlardı. Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticâretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı.
Anadolu Selçukluları ticârete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticâret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticâret merkezi durumuna geldi. Ticâreti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Gerek yolculukları sırasında, gerekse kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Anadolu Selçuklularında özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi mâdenler işletiliyordu.
Selçuklular Devleti’nde edebiyat ve düşüncede büyük gelişmeler oldu. Necmeddîn İshak, Muhiddîn Arabî, Sadreddîn Konevî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî gibi bilgin ve yazarlar yetişti.

Sadreddîn Konevî 

(1210-1274)

Fars sûfîdir. Doğum yeri tam bilinmemekte, ancak Malatya olarak rivâyet edilmektedir. Dedeleri Konya'dan gelmiş bir tasavvuf düşünürüdür. Babasının Selçuklular döneminde önemli görevlerde bulunan Mecidüddîn İshak isminde üst düzey bir devlet mêmuru olduğu, Sadreddîn daha küçükken babasının öldüğü ve annesi de ünlü sûfî ve filozof Muhyiddîn İbn El-Arabî ile evlendiği rivâyet edilmektedir. Konya'da yerleştiği ve ününü orada yaptığı için "Konevî" diye anılır.
Sadreddîn, ilk din ve tasavvuf bilgilerini üvey babası Muhyiddîn ibn El-Arabî’den aldı. Bir ara Şam'a giderek devletin önemli din adamları ve sûfîleri ile görüştü. Özellikle Evhadüddîn Kirmânî'nin Sadreddîn üzerinde etkisi oldu. Şam dönüşü Konya'ya gelip yerleşen Sadreddîn, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye hocalık etti. Maddî durumunun çok iyi olması nedeniyle Konya'daki din ve bilim adamlarını sık sık evinde toplayarak, o yıllarda Doğu'nun en önemli kültür merkezlerinden olan kentte özel bir akademi oluşturdu. Nâsırüddîn Tûsî ile de önemli felsefî nitelikli mektuplaşmalarda bulundu.
-Felsefesi
Sadreddîn Konevî'nin felsefesi temelde “ilm-i ilâhî” ya da metafiziktir. İbn El-Arabî gibi o da “vahdet-i vücud” fikrine bağlıdır, ancak bunun açıklanmasında Arabî'den ayrılır. Ona göre Tanrı düşüncesi insanlarda öncelikle öznel olarak meydana gelir ve daha sonra nesnel ya da ontolojik bir nitelik kazanır. Tûsî ile mektuplaşmalarının da ana tartışma ekseni bu konudur. Sadreddîn Konevî, bu mektuplaşmalarda, Allah'ın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Allah'ın hakîkatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek filozofların tezlerini yadsımaktadır. Allah'ın özü ve esas nitelikleri insan için her zaman bilinmez olarak kalacaktır. Sonsuzluk, sonlu bir bilgiyle bilinemez. Allah mutlak varlık ve birliktir. Dolayısıyla Allah hakkında herhangi bir kesin yargıya varmak mümkün değildir. Ona verilecek varlık düzeyinde tek uygun isim varlık nûru (Nûr-ül-Vücud)'dur. Allah'ın varlığı her zaman mutlak özü ile birlikte düşünülmelidir, ancak insan bunu gerçekleştiremez. Bu sebeplerden Allah hakkındaki kanıtlama girişimleri de yerinde değildir. Ne fizik ne de mantık temelli Tanrı açıklamaları açık ve kabul edilebilirdir. Ama insan Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını düşünmeli, bunun aracılığıyla bilgisindeki aczi azaltmaya çalışmalıdır. Allah, isimleri ve sıfatları (Esmâü’l-Hüsnâ) dolayısıyla bilinebilirdir yalnız. Asıl özü ise bilinmeden kalır. Böylece Tûsî'nin aksine Allah Konevî'ye göre, zorunlu varlık olarak ileri sürülemez.
Konevî ile Tûsî arasında mektuplaşmalarla yürütülen ana tartışma konusu bu olmakla birlikte, her ikisinin de sistematik sonuçlara vardıkları söylenemez. Konevî, tasavvufî görüşlerinde tamâmen İslâm'a bağlı kalmıştır. Dâimâ delillerini Kur'an, hadîs ve eski sûfîlerin sözlerinden vermiştir. Böylece tasavvufî görüşle İslâm’ın savunucusu olmuştur.
-Eserlerinin Önemi
Sadreddîn Konevî, İslam mistisizminin (tasavvufun) en tartışmalı okullarından biri olan Vahdet-i Vücûd'a mensuptur. Üvey babası ve aynı zamanda Vahdet-i Vücûd'un büyük sözcülerinden olan Muhyiddîn Arabî'nin talebeliğini yapmış ve eserlerini şerh etmiştir. Ayrıca Vahdet-i Vücûd'u felsefî kavramlarla îzah eden, kimi belirsizlikleri açıklığa kavuşturan bir kişi olduğundan da son yıllarda gerek İslam ülkelerinde gerekse Batı ülkelerinde Vahdet-i Vücud üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılar tarafından tanınmakta ve eserlerinin kaynakçalarında yer almaktadır.
Eserleri Anadolu'da Türk-İslam kültürünün yayılmasında etkili olmuştur. Bu bakımdan Konevî'nin Türk-İslam felsefesinde özel bir yeri ve değeri vardır.
-Alıntılar
Bir şeye dâir bilginin gerçekleşmesi ve onu tam olarak bilmek, bilinen şey ile bir olmaya; bir olmak ise, bileni bilinenden ayırt eden her şeyin ortadan kalkmasına bağlıdır.
Akıl, tabiatın fer'idir; dolayısıyla aklın kayıtlardan kurtulması, asla dönmesidir.
İnsanların zanları ve îtikâdî tasavvurları, kendi hâllerinden ibârettir; aynı şekilde, onların “keşif” ve “basîret” diye isimlendirdikleri şey de, çokluk ve imkân özelliklerinden temizlendiği anda nefislerinin hâlleridir.
...Kadîmlik mertebeni öğrenmek için, zuhur etmeden önceki Hakk’ın katındaki mertebeni bilmeye çalış. Çünkü kendi kadîmlik mertebeni öğrenmekle, ezelîliğin ortaya çıkar; ezelîliğinin sâbit olması, Hakk’a benzerliğini sahih kılar ki, bu benzerlik, kendisiyle (:benzerlik) tahakkuka mahsustur.
Dünyâda en çok nîmete mazhar olan kişi tabiî ve nefsanî irâdesi Hakk’ın irâdesine ve ilmine muvâfık olan kimsedir; bununla berâber, vakitlerinin çoğunda bunu dikkate alır. İnsanların en çok üzüleni ise, his âleminde ortaya çıkartamadığı kuruntuları çok olan kimsedir; bununla berâber, arzûladığı şeylerin çoğunda kararlılığı eksiktir.
Tedebbür, insan mertebesinin bâtınında ve insan-ı kâmilde tecellîsi açısından Hakk’ın bir sıfatıdır; çünkü kâmilin -istersen 'Hakk’ın kâmil ile bakması' da denilebilir- vücûdî karışımda Rabbiyle görmesi, tedebbür diye isimlendirilir... Düşüncenin özelliği böyle değildir; çünkü fikir, daha önceden bilinen unsurlardan yardım almak ve onlara ihtiyaç duymakla nefsanî bir yöneliştir; daha önceden bilinen unsur, histen ve öncüllerden elde edilmiştir ve belirli bir şekilde düzenlenmiştir. Tefekkür eden, bütün unsurlarla tabiat perdesinin ötesinden hissetmiş olduğu bir şeyi veya bilinmeyen bir şeyin özelliğini elde etmek ister; böylece o şey bilinir hâle gelir.
-Eserleri
  • en-Nusûs fî tahkîk-i tavri’l-mahsus (Vahdet-i Vücud ve Esasları)
  • Miftâhu Gaybi’l-Cem ve’l-Vücud (Tasavvuf Metafiziği)
  • en-Nefehâtü’l-İlâhiyye (İlâhî Nefhalar)
  • el-Fükûk fî Esrâı Müstenidâti Hikemi’l-Fusûs (Fusûsü’l-Hikem’in Sırları)
  • Şerh-i Hadîs-i Erbaîn (Kırk Hadîs Şerhi)
  • el-Mürâselat (Yazışmalar)
  • İ’câzü’l-beyan fî te’vîli’i-ümmi’l-Kur’ân (Fâtiha Sûresi Tefsîri)
  • Şerhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ (Esmâ-i Hüsnâ Şerhi)
  • Tebsıratü’l-Mübtedî ve Tezkîretü’l-Müntehî (Mârifet Yolcusuna Kılavuz)

Mîmârî

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde câmi, han, kervansaray, imâret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Câmii (1296), Anadolu Selçuklu mîmârîsinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip câmilerin başka örnekleri de vardır.
Fotoğraf 2- Eşrefoğlu Câmii, Beyşehir / Konya
Anadolu Selçuklu Sultanları adına yapılan kervansaraylar "sultan hanı" ya da "han" olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultânın ihtişâmını yansıtırlar.
Anadolu Selçuklu mîmârîsinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya'da Alâeddîn Câmii, Karatay Medresesi, İnce Minâreli Medrese, Niğde'de Alâeddîn Câmii, Ankara'da Aslanhâne Câmii, Kayseri'de Hunad Hâtun Câmii ve Külliyesi, Afyonkarahisar'da ulu câmi, Erzurum'da Çifte Minâreli Medrese, Sivas'ta Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minâreli Medrese, Kırşehir'de Melik Gâzî Kümbeti, Tercan'da Mama Hâtun Türbesi, Ahlat'ta Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir'de Tuzköy Câmii, Kızılkaya Câmii ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi vb.) gösterilebilir.

Fotoğraf 3- Alâeddîn Câmii, Konya
Fotoğraf 4- Karatay Medresesi, Konya
Fotoğraf 5- İnce Minâreli Medrese, Konya
Fotoğraf 6- Alâeddîn Câmii, Niğde
Fotoğraf 7- Aslanhâne Câmii, Ankara
Fotoğraf 8- Hunad Hâtun Külliyesi, Kayseri
Fotoğraf 9- Ulucâmi, Afyonkarahisar
Fotoğraf 10- Çifte Minâreli Medrese, Erzurum
Fotoğraf 11- Gök Medrese, Sivas

Fotoğraf 12- Buruciye Medresesi, Sivas

Fotoğraf 13- Çifte Minâreli (Şifâiye) Medrese, Sivas

Fotoğraf 14- Melik Gâzî Kümbeti, Kırşehir

Fotoğraf 15- Mama Hâtun Türbesi, Tercan / Erzincan

Fotoğraf 16- Ulu Kümbet (Usta Şagirt Kümbeti) 1273, Ahlat / Bitlis

Fotoğraf 17- Çifte Kümbetler, Ahlat / Bitlis

Kirman Selçuklu Devleti (Kirman Selçukluları) (1092-1187)


Çağrı Bey'in oğlu Kavurd, Selçukluların Kirman kolunun başı idi. İran'ın güney kısmında yer alan Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da zapt etmiştir. Umman'ın fethi Selçuklularca yapılmış ilk deniz aşırı seferdir.
Daha sonra birkaç kez daha taht için hak talebiyle isyan eden Kavurd Sultan, Melikşah tarafından boğdurulmuştur. Onun yerine geçen oğulları Selçuklulara bağlı kalmışlardır.
Bir ara Gurluların hâkimiyetine giren Kirman Selçuklu Devleti, 1187'de Oğuzlardan Dinar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Tablo 3- Kirman Selçuklu Hükümdarları
Hükümdar
Dönem
Kavurd
1041-1073
Kirman Şah
1073-1074
Sultan Şah
1074-1075
Hüseyin Ömer
1075-1084
I. Turan Şah
1084-1096
İran Şah
1096-1101
I. Arslan Şah
1101-1142
I. Muhammed
1142-1156
Tuğrul Şah
1156-1169
Behram Şah
1169-1174
II. Arslan Şah
1174-1176
II. Turan Şah
1176-1183
II. Muhammed
1183-1187

Irak Selçuklu Devleti


Büyük Selçuklu Devleti'nin sekizinci sultânı Sencer'in Oğuzlar tarafından yenilerek esâretinde hastalanıp öldükten sonra İki Irak (Irakeyn, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap)'ı yöneten Selçuklulardır.
Selçuklu Devleti'nin çöküşünden sonra, bugünkü Irak'ın tamâmı ve Suriye'nin bâzı kısımları üzerinde kurulmuş olan Türk devletinin adıdır. Büyük Selçuklu Sultânı Muhammed Tapar 18 Nisan 1118'de ölünce, oğulları taht üzerinde hak iddiâ ettilerse de sonra amcaları Sencer'in tâbiiyetine girdiler. Sencer de Tapar'ın çocuklarını Irak ve Azerbaycan'a melik olarak atadı. 1157'de Sencer'in ölümü ile Büyük Selçuklu Devleti'nin târihe karışmasıyla tamâmen bağımsız oldular ve “şah” unvânını taşımaya başladılar.
Tablo 4- Irak Selçuklu Hükümdarları
Hükümdar
Dönem
Mahmud
1118-1131
Dâvud
1131-1132
Tuğrul
1132-1134
Mesud
1134-1151
Melikşah
1151-1153
Muhammed
1153-1159
Süleyman Şah
1159-1161
Arslan Şah
1161-1177
II. Tuğrul
1177-1194
Son hükümdar Sultan Tuğrul'un 1194 yılında bugünkü Tahran yakınında yapılan Rey Muhârebesi’nde Harezmşah Tekiş tarafından yenilerek öldürülmesi bu devletin sonunu getirdi ve ülke toprakları Harezmşahlara katıldı.

Suriye Selçukluları


1092-1117 tarihleri arasında Suriye bölgesini yönetmiş Türk devletidir.

Kuruluşu

Suriye'yi fetheden ve 1078 yılından beri Büyük Selçuklu Devleti'nin Suriye meliki olan Tutuş (Sultan Alparslan'ın oğlu ve Sultan Melikşâh'ın kardeşidir), kendini sultan îlan ederek, yeğeni Sultan Berkyaruk'un üzerine yürümüş, Aralık 1094'te Bağdat'ı fethederek adına hutbe okutturmuş, fakat Rey'de yeğenine yenilmişti (1095). Oğullarından Rıdvan Halep’te ve Dukak Şam'da hâkimiyetlerini îlan ettiler. Halep Hâkimi Rıdvan Haçlılarla mücâdele etti. Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti. 1117'de ise her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti.

Halep Selçuklu Melikliği

Antakya’yı fetheden Süleyman Şah, Suriye hâkimiyetini ele geçirmek istedi. Bu maksatla Halep’i ele geçirmek için hareket etti (1085). Halep Vâlisi İbn-i Huteytî, Tutuş’tan yardım istedi. Melik Tutuş, yanında Artuk Bey olduğu hâlde, harekete geçti. İki hânedan üyesi Halep civârında Ayn Seylem mevkiinde karşılaştılar. Yapılan muhârebede Süleyman Şah, hayâtını kaybetti (1086). Tutuş, Halep’i ele geçirdiyse de, iç kaleyi alamadı. Suriye’deki hâdiseler üzerine Büyük Selçuklu Sultânı Melikşah, bölgeye sefer düzenledi. Tutuş, Şam’a çekildi.
Sultan Melikşâh’ın Suriye’den ayrılmasından sonra Tutuş, harekete geçip, 1090 senesinde Humus’u ele geçirdi. Trablusşam Muhâsarası başarısızlıkla neticelendi. Melikşâh’ın vefâtı üzerine Sultan Berkyaruk ile saltanat mücâdelesine girişen Tutuş, Rey yakınlarında yaptığı savaşta komutanlarının karşı tarafa geçmesi sebebiyle mağlup oldu. Genç yaşta hayâtını kaybetti (1095). Melik Tutuş’un ölümünden sonra oğullarından Rıdvan Halep’te, Dukak ise Dımaşk’ta saltanâtını îlan etti. Böylece Suriye Selçuklu Devleti, Halep ve Dımaşk melikliği olmak üzere iki kola ayrıldı.

Gelişme Süreci

Melik Rıdvan, Halep Selçuklu Melikliğini kurduktan sonra hükümdarlık sahasını genişletmeğe çalıştı. İlk önce berâberinde Vezir Cenâh ed-Devle olduğu hâlde Suruç üzerine yürümüş, fakat Artukoğlu Sökmen'in başarılı savunması karşısında buradan çekilerek Ermeni Toros idâresindeki Urfa'yı zapt etmişti (1096). Melik Rıdvan şehri iç kalesinin idâresini Antakya Vâlisi Yağı-Basan'a vererek Halep'e döndü. Rıdvan Dımaşk şehrini de alarak, babasının sağlığındaki topraklara sâhip olmak istiyordu. Sonuçta Dımaşk'ı kuşattı, fakat başarısız oldu.
İki kardeş arasındaki bu hâkimiyet mücâdelesinden faydalanan Fâtımîler, Emîr el-Cüyûş Efdal kumandasındaki bir orduyu Kudüs'e gönderdi. Fâtımî Ordusu 40 gün süren bir kuşatma ve savaştan sonra Kudüs'ü Artuk Âilesi’nden teslim aldı (Ağustos 1096). Melik Rıdvan ise aynı ay içinde Antakya yörelerine kadar uzanan yağma ve tahrip akınlarında bulundu, daha sonra Dımaşk'ı ele geçirmek üzere hazırlıklara girişti ise de bu sâdece başarısız bir teşebbüs oldu. Çok geçmeden Melik Dukak, Rıdvan'a mukâbele olarak Halep üzerine yürümeye teşebbüs etti. İki taraf orduları Kınnesrin'de karşılaştılar. Rıdvan, Dukak ve berâberindekileri ağır bir yenilgiye uğrattı (20 Mart 1097). Dukak, Rıdvan'ın tâbiiyetini tanımak zorunda kaldı.
Bu sırada Rıdvan Halep'teki hâkimiyetini devam ettirebilmek için Fâtımîlerin desteğine ihtiyaç duymuş ve bu devletle işbirliği yapmıştı. Bunun netîcesinde hâkim olduğu yerlerde dört hafta süreyle Mısır Fâtımî Halîfesi el-Musta'li adına hutbe okuttu. Ancak kendi çevresinin şiddetli tepkileri üzerine hutbe tekrar Abbâsî Halîfesi adına okunmuş ve Rıdvan, Halîfe el-Mustazhir'den af dilemişti (1097).
Bu sırada Müslüman ülkelerine Batı’dan Haçlı Seferleri başladı. Anadolu'yu geçen Haçlılar Antakya'yı aldılar (1098). Haçlılar bundan sonra hâkimiyet sahalarını genişletmeye çalıştı, Antakya Kontu Bohemond Halep'e bağlı bâzı kaleleri işgal etti. Bir süre sonra Melik Rıdvan harekete geçerek Halep çevresinde Haçlıların eline geçen birçok yerleri geri aldı, böylece bir süre için Haçlı tehlikesinden uzak kalınmıştı. Fakat bu çok kısa sürmüş, 1105 senesinde Kınnesrin'de Rıdvan ile Haçlılar tekrar karşılaştılar. Ancak Rıdvan Haçlılar ile yapılan savaşı kaybederek Halep'e çekilmek zorunda kaldı (1105). Haçlılar onun bu yenilgisinden yararlanarak Halep bölgesinde yağma ve istilâya giriştiler.
Büyük Selçuklu Sultânı Mehmed Tapar 1106 yılında Musul bölgesine Emir Cavlı Sakavu'yu atamıştı. Cavlı Musul'a hâkim olabilmek için Anadolu Selçuklu Sultânı I. Kılıç Arslan ile mücâdeleye girişti ve Melik Rıdvan'dan da bu hususta yardım istedi. Rıdvan da askerleriyle birlikte ona katıldı. Yapılan savaşı kaybeden I. Kılıç Arslan Habur Suyu’nda boğuldu (1107). Fakat daha sonra Rıdvan ile Cavlı'nın arası açıldı. Rıdvan bu durumda Antakya Prensi Tancred'e mektup yazarak ondan yardım istedi. Ayrıca Cavlı'nın Halep'i tehdit ve onun Suriye'deki Haçlı hâkimiyeti için de bir tehlike teşkil ettiğini bildirdi. Tancred, Melik Rıdvan ile anlaşırken, Cavlı da Urfa Kontu Baudouin ile birleşti. İki taraf arasında Tel-Başir'deki savaş, Tancred ve Rıdvan lehine netîcelendi (Ekim 1108).
Emir Mevdud idâresindeki Selçuklu kuvvetlerinin Urfa'yı kuşatması (1110), Haçlıları bu şehri kurtarmak maksadıyla bir süre için Suriye'den ayrılmalarına yol açtı. Melik Rıdvan bu fırsattan istifâde ederek Antakya bölgesine kadar akınlarda bulundu. Daha sonra Antakya'ya dönen Tancred Rıdvan'a aralarındaki anlaşmanın bozulduğunu bildirerek karşı harekete geçti, önemli bâzı kaleleri zapt ederek ve yağma akınları ile bölgeyi büyük zarara soktu. Melik Rıdvan bu durumda Tancred ile daha ağır şartlarda bir barış yapmak zorunda kaldı (1111).
Melik Rıdvan bir süre sonra Haçlıların Halep yöresindeki faaliyetleri sebebiyle güç duruma düşmüş ve yardım için Büyük Selçuklulara başvurmuştu. Sultan Mehmed Tapar'ın çağrısına birçok Müslüman emir uymuş ve Mevdud'un idâresindeki bu Selçuklu Ordusu, Joscelin'in elinde bulunan Tel-Başir'i kuşatmış fakat sonuç alamamıştır. Melik Rıdvan ise Halep Selçuklu Melikliğinin Haçlıların baskısı sonunda yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu Emir Mevdud'a bildirerek, Selçuklu Ordusu’nun Halep'e gelmesini istedi. Emir Mevdud bu arzûyu kabul ederek Halep bölgesine geldi. Ancak, muhtemelen Selçuklu askerlerinin sert hareketleri, Rıdvan'ın Halep kapılarını kapamasına sebep oldu. Netîcede Selçuklu Ordusu Halep önünden ayrılmak zorunda kaldı (Eylül 1111).
Melik Rıdvan gittikçe artan Haçlı baskısı karşısında Dımaşk Hâkimi Tuğ-Tegin'i Halep'e dâvet etti. Tuğ-Tegin buna uyarak Halep'e geldi. Netîcede Rıdvan ve Tuğ-Tegin bir anlaşma yaptılar. Buna göre, Tuğ-Tegin Rıdvan adına hutbe okutup, para bastıracaktı (1112). Çok geçmeden bu anlaşma bozuldu. Tuğ-Tegin kendisini tehdit eden Haçlılara karşı birçok Selçuklu emîrinden, bu arada Melik Rıdvan'dan da yardım istemişti. Rıdvan muhtemelen yıllık vergi ödediği Antakya Kontu Roger'den çekinerek bu dâvete uymadı. Ancak Tuğ-Tegin ve Mevdud'un Haçlılara karşı Taberiye Savaşı’nı kazanmalarından sonra yüz atlı gönderdi. Tuğ-Tegin onun bu çekingen davranışına kızarak, aralarındaki anlaşmayı bozdu (1113). Melik Rıdvan bu olaydan sonra çok yaşamamış, şiddetli bir hastalığa yakalanarak 10 Aralık 1113'de Halep'te ölmüştür.

Yıkılışı

Melik Rıdvan'ın ölümünden sonra Halep Melikliğinin başına 16 yaşındaki oğlu Alp Arslan el-Ahras geçirildi. Ancak idâre tamamıyla atabeyi olan Hadım Lü'lü'nün elinde bulunuyordu. Bu devrede Halep'teki Bâtınîlerden şikâyetler artmıştı. Sultan Mehmed Tapar bir elçi göndererek Bâtınîlere karşı harekete geçilmesi ve onların liderlerinin öldürülmesi için emir verilmesini istedi. Alp Arslan bu isteğe uyarak bir kısım reisleri öldürttü. Bâtınîlerden nefret eden Halep halkı da bu harekâta katılmıştı. Ancak Alp Arslan'ın meliklik devresi kısa sürdü. Yakınlarının tavsiyesi ile yardım için Tuğ-Tegin'e başvurdu, hattâ Dımaşk'a dostça bir ziyaret yaptı. Tuğ-Tegin de onun mürâcaatını müspet karşılamıştı. Diğer taraftan Atabeg Lü'lü onun sorumsuzca davranışlarından ve Atabeg Tuğ-Tegin'in isteğine göre hareket edebileceğinden korkmuş, ayrıca kendi hayatını da tehlikede görerek Alp Arslan'ı öldürtmüştü (Eylül 1114).
Atabeg Lü'lü, Alp Arslan'ın yerine altı yaşındaki kardeşi Sultan-Şâh'ı tahta çıkardı. Böylece bir süre için devletin gerçek idârecisi oldu. Ancak kudretli bir melikin yokluğu ve ordusunun sayıca az olması, Halep Melikliğini sâdece adı geçen şehri savunmak durumunda bırakmıştı. Lü'lü ise hükümranlığını sürdürebilmek için; Haçlılar, Tuğ-Tegin ve Sultan Muhammed'den destek ve aynı maksatla zaman zaman da Artuklu İlgâzî'ye başvuruyordu. Nihâyet 1117 yılında Lü'lü bir yolculuk sırasında berâberindeki Türk müfrezesi tarafından öldürüldü. Daha sonra idâreyi başka hadımlar ele geçirdi. Sultan-Şâh zâten yaşça küçük olduğundan sâdece ismen melikti.
Halep şehri bu iç karışıklıklar sebebiyle Haçlıların yağma ve istilâsından kurtulamayacak bir durumda idi. Artuklu İlgâzî 1117'de Halep'i geçici olarak almıştı. Ertesi yıl sıkıntı içindeki halkın çağrısı ile İlgâzî Halep'e tamâmen hâkim oldu. ve Sultan-Şâh'ı da hapsetti (1118). Bu sûretle Halep Melikliği, dolayısıyla Suriye Selçuklu Devleti, sona ermiş oluyordu.

Dımaşk (Şam) Selçuklu Melikliği

Tutuş’un ölümünden sonra, oğlu Dukak, Suriye Selçuklularının Dımaşk şûbesini kurmuştu. Tutuş’un emrinde bulunan Emir Tuğtegin, Sultan Berkyaruk’un eline esir düşmüş, sonra serbest bırakılmıştı. Tuğtegin, Dımaşk’a gelerek Dukak’ın hizmetine girdi ve ordu kumandanlığına getirildi. Ayrıca, Dukak’ın annesiyle evlendi ve Savtigin’i ortadan kaldırarak, melikliğin idâresini ele aldı. Dukak, Dımaşk’ı ele geçirmek isteyen ağabeyi, Halep Melîki Rıdvan ile yaptığı mücâdelede mağlup olunca, onun hâkimiyetini kabul etti.
Melik Dukak, bundan sonra Haçlılarla mücâdele etti. Fakat Haçlı Kumandanı Raymond ile yaptığı Trablus önündeki savaşı kaybetti (1102). Daha sonra Cenâhüddevle, Rahbe’yi zapt etmek için sefer düzenlediyse de, buranın Melik Dukak tarafından ele geçirildiğini öğrenince, bölgeden ayrıldı. Cenâhüddevle, Dukak’ın 1104 yılında ölümünden sonra, Atabeg Tuğtegin, önce onun bir yaşındaki oğlu Tutuş adına hutbe okuttu. Daha sonra Dukak’ın on iki yaşındaki kardeşi Ertaş’ı tahta geçirdi. Fakat Tuğtegin’den korkan Ertaş, Dımaşk’tan kaçtı (1104). Böylece, Suriye Selçuklularının Dımaşk kolu sona erdi ve yerine Tuğtegin Âilesi, yâni Böriler Hânedânı kuruldu.
Tablo 5- Suriye Selçuklu hükümdarları ve tahta geçişleri
Hükümdar
Dönem
Tâcüddevle Tutuş
1079
Rıdvan (Halep'te)
1095-1113
Dukak (Şam’da)
1095-1104
Alp Arslan el-Ahras (Halep'te)
1113
Sultan-Şah (Halep'te)
1114-1117













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.
Powered by Übersetzer

Bu Blogda Ara

 

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen