Donnerstag, 17. Dezember 2015

1966’dan, 2015’e... Gülen’in kodları, Paralel’in şifreleri







yeniakit.com.tr
NOEL PARTİSİ

slında Hristiyan dünyası yeni yıl konusunda görüş birliği içinde değil.

Gregoryen takvim aturel değil anlayacağınız. Hz. İsa’nın doğum

gününü bu takvime göre tam hesaplamak mümkün değil. Biz

günümüzü güneşe, ay ve yılımızı ay’a göre hesaplarız. Yıl, ay’ların

toplamıdır. Kameri ve Şemsi takvimin her ikisi de bizim için

muhteremdir ama tabii ki hangisini nerede kullanacağınızı bilirseniz.

Kemalistler takvim “devrimi” ile doğru, dini, geleneksel olanı

yasaklayıp, Vatikan’ın Gregoryen takvimini mecbur tuttu.

Ay ve güneş, Allah’ın iki ayetidir bizim için.. Bizde yeni gün gece

24.00’de değil, gün batımı ile başlar mesela. Gün bitince yeni gün

başlar. Bir de bizim alaturka zamanımız vardı. Keşke Beştepe

Camii’nde “ezani saat” dediğimiz alaturka saatimiz de sanal alemde

çalışmaya başlasa. “Alaturka” dedim değil mi, kendi geçmişimizi bile

Fransızca tanımlıyoruz. Doğrusu ne? Sadece saat. Ötekiler alafranga.

Bizimki sadece saat. Saatin sıfır noktası ise 20. yy ortalarına kadar

Ayasofya. Grewinch-GMT değil. Sıfır noktasını kim nasıl çaldı ve

Ankara bu gaspa nasıl sessiz kaldı ve kendi çocuklarına kendi kültür

mirasını değil de batının gaspını dayattı?

Amaan. Konum bu değil. Bu yılbaşında kimi yılbaşı balosuna

hazırlanıyor, ama birileri de molotofkokteyli gibi bir Yılbaşı kokteyli

hazırlıyor. Tüm dünyada büyük merkezlerde eğlence merkezleri diken

üstünde.. Yılbaşı baloları, eğlenceleri, piyangosu, Hindisi ve Çam

süsleme, Noel baba animasyonları ve market süslemeleri, kent

dekorları bu sene daha sönük. Milletin eğlenecek mecali kalmadı.

Bu arada; bu yılbaşında Paralel çıkışlar artacak gibi.. Yılbaşı

bahanesi ile birileri dışarı kaçacak. Ama gidecek yerleri kalmadı.

ABD ve İngiltere onlar için artık eskisi kadar rahat değil. Fransa da

öyle. Ama hem ABD, hem İngiltere, hem Fransa’nın etki alanı içinde

2 ülke var, Kanada ve Almanya.. Ama Almanya da fazla gözönünde..

Ver elini Kanada.. Başka gizlenecek yer kalmadı. Ne Afrika’da, ne

Asya’da çok daha rahat değiller. Japonya’da, Çin’de, Hindistan’da ya

da Avustralya’da da artık çok rahat değiller..

Kanada bunlar için şimdilik en uygun adres gibi. İsrail için de Kanada

fiziki uzaklık dışında çok da uzak bir ülke değil.

Paralelcilerden sermaye sahibi olanlar için gitmek de zor, kalmak da..

Cemaatin malı sırtlarında bir kambur. Dün gurur duydukları işten

bugün kurtulmak istiyorlar. Dün sırtlarını dayadıkları güç ve sermaye

bugün başlarına bela oldu. Şimdi nakde dönüp, kaçmak ve nakitlerini

başka ülkelere transfer etmeye çalışıyorlar. Kimi mal varlıklarını ve

nakitlerini başkalarının üzerine aktarma derdinde.

Başka ülkelere para çıkartanlar yakında yağmurdan kaçarken doluya

yakalandıklarını görecekler. Daha önce bu yoldan geçenlerin başına

gelenler bunların da başına gelecek.. Ellerinde kalanları geri

getirmeye çalışacaklar ama, geri getirmek kaçırmaktan daha zor. O

dost sandıkları da, yarın dişlerini gösterdiklerinde bazı gerçekleri

anlamak için çok geç kaldıklarını anlayacaklar ama son pişmanlık

fayda vermeyecek..

Bunlar yeni İttihatçılar. Bunların kimi Enver, kimi Talat, kimi Cemal..

Kimi de Lawrance, kimi Hayim Nahum, Kimileri Emanuel Karasu.

Kimi Alatini efendi, kimi Şimon Zwi ya da nam-ı diğer Şemsi efendi.

MHP kendi içindeki Tekin Alp’leri, Lazaro Francoları arıyor.

Yılbaşına oldukça hareketli giriyoruz. Paralelciler merakla ve

heyecanla 2016’nın ilk 3 ayını bekliyorlar. Onların gaybi uzmanlarına

göre Akdeniz, Karadeniz ve Ege’de sular bulanacak. Onlar da bulanık

suda balık avlayacaklar. Suriye ve Irak havalisinde ise havalar sisli.

Kurtlar ise puslu havayı severler..

Ocak, Şubat, Mart da geçecek, ama göreceksiniz kehanetleri yine

tutmayacak, bu defa Eylül-Ekim diyecekler.. Görünen o ki her

seferinde de onlar için gelecek günler geçen günleri aratacak.

Bugün Türkiye’nin 3 baş belası var. Üçünün de kökü dışarıda. 3’ünün

de arkasında aynı güçler var. Derin devlet, Paralel devlet ve bunların

taşeronu terör örgütü. Derin ve Paralel devlet aynı şeytani aklın eseri.

Biri ile İslam’a karşı, ötekisi ile yandaş bir İslami görünümlü

oluşumla aynı hedefe yürümek istiyordu. Ergenekon’un avukatlığını

üstlenenler Ergenekon’un savcılığını üstlenenlerin Gezi’de ve

seçimlerde olduğu gibi kucaklaşması boşuna değil.

Noel kutlamaları ile girmiştik söze. Bu yılbaşı gecesi, Digiturk

platformunda, geçen yıl hikâyesini benim yazdığım Derviş Nikalaus

belgeseli yayınlanacak. Birileri Derviş Nikalaus’u çalıp bir tüketim

cinine, putuna çevirdi. Ona Nordik bir efsane ile ilgili geçmiş

hikayesi uydurdular.. Derviş Nikalaus’u Demre’den kim çaldı

derseniz, kemiklerini Bari’ye kaçıranlar İtalyan’dı, ama ruhunu

Amerikalılar çaldı. Ona bir İskandinav geçmiş hikâyesi uydurdular.

Noel Baba adını verdikleri dervişi size bir kola firması ile birlikte

pazarladıklar. Yeni Noel Baba aslında kola yasağını delmek için

uydurulmuş bir ajan karakterdi aslında.. İncil hafızı bir dervişten bir

tüketim cini ürettiler.. Kolanın Noel Babası artık bir misyoner de

değil. Ruhani görünümlü bir pagandan öte seküler, kutsal dışını

kutsayan bir pazarlama ajanıdır. Dine karşı bir din misyoneridir..

Aman dikkat, birileri ılımlı İslam adına aslında İslam’ın içini

boşaltmaya çalışıyor.

Selam ve dua ile.

Bu makale 20.867

kez okundu





yeniakit.com.tr
1966’dan, 2015’e... Gülen’in kodları, Paralel’in şifreleri!

“Paralel İhanet Çetesi” ya da “Fetullahçı Terör Örgütü” dediğimiz

illegal örgüt, son günlerde yeniden gündemde...

Gerçi, hep gündemdeydi ama bu defa “üst düzey yöneticilere gözaltı

kararı” ile gündemde!..

Bu “gözaltı kararları” ile “FETÖ” ya da “Paralel Devlet” dediğimiz

yapılanmanın “şifre”leri ve “kod”ları tek tek çözülmeye başlandı...

Geçenlerde Anadolu Ajansı’ndan geçen ve gazetelerde de yer alan

haberler, “örgütün şu andaki kadrosu”nu deşifre ediyor...

1966’DA 14 KİŞİYDİLER!..

Oysa, 2015’e gelmeden, taa 1966’lara gitmek gerekiyor...

2 Aralık 2005 tarihli Tempo dergisinde, “Fetullah Gülen’in Kodları”

başlıklı bir “araştırma dosyası” vardı...

Dosya; “Alvarlı Efe’nin dergâhından çıkıp, Edirne ve Kırklareli’nde

sıradan bir vaizken, koca bir eğitim imparatorluğu kuran Fetullah

Gülen kimdir?” sorusuyla başlıyordu...

Nilüfer Kas tarafından hazırlanan dosyada, “Fetullah Gülen’in

kodları”nı çözmek için “1966 yılı”na gidiliyor ve şöyle deniliyordu:

“1966 yılında, 26 yaşındaki genç vaiz, güvendiği 14 kişiyle uzun ve

sonu belli olmayan bir yolculuğa çıktı...

Fetullah Gülen’in liderliğinde, eğitim seferberliği için bir araya gelen

bu 14 kişi,  1986’ya kadar, yani 20 yıl boyunca hiç aksatmadan, her

ay bir araya geldi...

İLK SATIR NİYE KARALANDI?

İlk toplantıda, Fetullah Gülen bir görev dağılımı yaptı... Kendi

ifadeleriyle bir Hizmet Prensipleri, yani bir Anayasa hazırladı.

Kadroya dahil olanlar, hazırlanan metne, La Yenkatı, yani kefaretle

dönüşü olmayan bir yemin ettiler...

İlginç olan, yemin metninin ilk satırının karalanmış olmasıdır...

Orijinal metinde, sadakatle bağlı kalınacak kişi olarak Fetullah

Gülen’in ismi yazıldı... Ancak, doğabilecek tepkiler göz önüne

alınınca Gülen’in isminin üzeri karalanarak, yerine “Kur’an”

yazıldı...

Ancak metin yenilenmedi...”

20 yıl aradan sonra ekibe, Mustafa Özcan ve Dr. Kudret Ünal katıldı.

Ancak o günden sonra Fetullah Gülen önemli bir karar aldı...

Kadroda yer alanların hiçbirine danışmadan, kadroyu dağıttı ve

birbirleriyle görüşmelerini yasakladı... Değişik bahane ve sebeplerle

bile; “3 kişi bir araya gelemez ve konuşamaz” oldu!..

Daha sonra; “kadro”daki birçok isim, Gülen’le yollarını ayırdı ve

“hain” ilân edildi... Ki, Latif Erdoğan, Nurettin Veren ve Kemaleddin

Özdemir, bunlardan üçüdür... Tabiî, Ahmet Keleş ve Hüseyin

Gülerce’yi de unutmamak lâzım!..

PARALEL’İN ETKİLİ İSİMLERİ

Peki, yanında kimler kaldı?..

Barbaros Kocakurt, İsmet Aksoy, İsmail Büyükçelebi, Cemil Koca,

Cevdet Türkyolu, Dilaver Azim, İbrahim Kocabıyık, Mehmet Ali

Şengül ve Mustafa Özcan gibi isimler örgüt içerisinde, Gülen’den

sonra en etkili isimler olarak göze çarparken, 60 kişinin geçtiğimiz

Cuma günkü operasyonlardan önce yurtdışına kaçtığı anlaşıldı...

Emniyet güçlerinin; amaçları “devletin kılcal damarlarına sızmak”

olan Fetullahçı Terör Örgütü ya da Paralel Devlet Yapılanması’na

yönelik operasyonlarıyla, örgütün işleyişi de bir bir gözler önüne

serildi...

Elebaşı ABD’de yaşayan örgütün, Baş Yüceler Şûrası’ndan Yüksek

İstişare Heyeti’ne, himmet toplayanlardan kimlerin nereye

atanacağına karar verenlere kadar geniş bir yelpazede yapılandığı

ortaya çıktı...

En son, geçtiğimiz Cuma günü yapılan operasyon, haklarında gözaltı

kararı çıkarılanların tamamı, örgütün kilit isimleri olduğu için,

öncekilerden farklılık arz ediyor.              

• Hakkında gözaltı kararı çıkarılan 73 kişiden, örgütün görsel

yayından sorumlusu Hidayet Karaca, halen cezaevinde bulunuyor.

Operasyonda gözaltına alınan 5 kişi ve aranan 7 kişi dışında,

yurtdışında olduğu değerlendirilen 60 şüpheli de örgütün önemli

isimleri arasında gösteriliyor.             

HER MARİFET ONDA!

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü FETÖ/PDY ana

soruşturması kapsamında, hakkında yakalama kararı bulunan ve

yurtdışında olduğu bilinen Fetullah Gülen birinci sırada yer alıyor.     

       

Emniyetin yaptığı soruşturmada FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen’in

mesleği kayıtlarda yazar, bestekar, heykeltraş, karikatürcü, gravürcü,

ebru sanatçısı ve emekli vaiz olarak bulunuyor.         

• Emniyetin soruşturmasında, Amerika’da Gülen’in yanında olduğu

değerlendirilen Cevdet Türkyolu’nun, FETÖ/PDY’nin ikinci adamı

olarak bilindiği ve örgütün illegal alanlarının sorumlusu olduğu

belirtiliyor. Fetullah Gülen’in en mahrem sırlarını bildiği ve örgütün

illegal para kasasını tuttuğu belirlenen Türkyolu, Gülen’in

korumalığını yapıyor ve aldığı talimatları örgüt üyelerine iletiyor.       

     

Gülen ile akrabalık ilişkileri de bulunan Türkyolu, Gülen’in kardeşi

Seyfullah Gülen’in kızı Mebrüke Türkyolu ile evli. Türkyolu ayrıca

açık kaynaklarda örgütün kaset ve ses montajlama işini yaparak bilgi

işlem kısmı sorumlusu olduğu değerlendirilen Emre Erus’un da dayısı.



MUSTAFA ÖZCAN, 2. ADAM!

• FETÖ/PDY içerisindeki kilit isimlerden biri de Mustafa Özcan.

Gülen ile doğrudan bağlantı kurabildiği belirlenen Özcan, örgütün

içerisinde ikinci lider ve fiili örgüt yöneticisi olarak biliniyor.             

• Gözaltına alınanların ifadelerine göre 28 Ağustos 2015’te yurtdışına

çıktığı tespit edilen Mehmet Ali Şengül’ün, örgütün eski Türkiye

İmamı olduğu ve Gülen ABD’ye gittiğinde yerine vekil olarak geçtiği

kaydedildi.             

•  Yurtdışına 6 Eylül 2010’da kaçtığı belirlenen İsmail Büyükçelebi,

İzmir Basmane’deki örgütün ilk faaliyetlerini yürüten ve Gülen’e ilk

bağlılık yemini eden kişilerden biri olarak kayıtlara geçti. İfadelere

göre Büyükçelebi halen FETÖ/PDY’nin ABD imamı olarak görev

yapıyor.             

• Örgüt içindeki en eski isimlerden biri olarak göze çarpan İbrahim

Kocabıyık, 04 Ekim 2015’te yurtdışına kaçtı. Kocabıyık hakkında

soruşturma dosyasında, Fetullah Gülen’in ilk talebelerinden ve

FETÖ/PDY içerisinde genel yetkililerden olduğu, Gülen’e bağlılığı

ile bilindiği, yapı içerisinde denetmenlik ve müfettişlik yaptığı

yönündeki bilgilere yer verildi.             

• TUSKON Genel Sekreterliği görevini yürüten Mustafa Muhammet

Günay’ın, Gülen ABD’ye gitmeden önce ABD Büyükelçisi ile

gerçekleştirdiği görüşmeyi sağlayan kişiler arasında bulunduğu

belirtildi. Günay, 3 Kasım 2015’te yurtdışına çıkış yaptı.             

BAŞ YÜCELER ŞÛRASI             

• FETÖ/PDY’ye bağlı Turgut Özal Üniversitesi’nin mütevelli

heyetinde görev yapan İsmet Aksoy’un, örgütün Türkiye mütevelli

heyeti içerisindeki finansal sorumlulardan olduğu, Asya-Avrupa-

Afrika kıtalarında örgütün sorumlu denetçisi olarak görev yaptığı,

örgütün “Baş Yüceler Şûrası”nda yer aldığı ve FETÖ/PDY içinde

emniyet imamlığı yapan ve 5 Şubat 2014’te yurtdışına kaçan Osman

Hilmi Özdil’i yönettiği tespit edildi.             

• Özdil’in ardından ise Abdüllatif Tapkan’ın örgüt tarafından Emniyet

İmamı olarak görevlendirildiği belirlendi.             

• Örgüt içerisinde ismi ön planda olan kişilerden biri de Mehmet

Erdoğan Tüzün. 1 Ekim 2015’te Türkiye’yi terk ettiği ifade edilen

Tüzün’ün, örgütün en yüksek karar mercii olan “Tayin ve İstişare

Heyetinde” yer aldığı emniyet kayıtlarında mevcut.

• Aynı heyet içinde 6 Ağustos 2014’te yurtdışına çıkış yaptığı

belirlenen Kaynak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Naci Tosun da

bulunuyor.             

• Fetullah Gülen ile hareketi ilk kuranlardan olduğu bilinen Abdullah

Aymaz’ın, 16 Eylül 2015’te yurtdışına çıktığı belirlendi. Aymaz’ın

FETÖ/PDY Yüksek İstişare Heyeti içerisinde yer aldığı, 1997’de

Fetullah Gülen’in Papa II. Jean Paul’u Vatikan’da ziyareti sırasında

heyette olduğu, aynı zamanda Zaman Gazetesi Avrupa

Koordinatörlüğü görevini yürüttüğü de tespit edildi.             

YARGIDAN SORUMLU İMAMLAR             

•  Kayıtlara “esnaf” olarak geçen ve 8 Ağustos 2014’te yurtdışına

kaçtığı belirlenen Ahmet Kara’nın, FETÖ/PDY’nin yargıdan sorumlu

imamı olduğu, yargı organlarındaki FETÖ/PDY elemanlarına

Fetullah Gülen’in bilgisi dahilinde doğrudan talimat vererek

davaların sonucuna etki ettiği tespit edildi.             

• Öte yandan mesleği emniyet kayıtlarına “avukat” olarak geçen

Ahmet Can da soruşturma dosyasına göre yargıdan sorumlu

imamlardan ve 21 Şubat 2014’te yurtdışına kaçtı. Can, üniversite

yıllarından itibaren yapı içerisinde yer aldı.

Latif Erdoğan’ın ifadesinde, FETÖ/PDY’nin yargıdan sorumlu imamı

olduğu, yargı organlarında bulunan FETÖ/PDY elemanlarına Fetullah

Gülen’in bilgisi dahilinde doğrudan talimat vererek davaların

sonucuna etki ettiği belirtiliyor.             

• Yargıdan sorumlu ikinci imam olduğu belirlenen Osman Karakuş ise

22 Eylül 2015’te yurtdışına çıkış yaptı. Karakuş’un Emniyet Genel

Müdürlüğü 1. Hukuk Müşavirliği ve bir dönem Türkiye Futbol

Federasyonu (TFF) Tahkim Kurulu Üyeliği ile Polis Bakım ve Yardım

Sandığı (Pol-San) Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığı tespit edildi.     

       

KPSS’DE KİLİT İSİM

• Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma

Bürosu’nca yürütülen soruşturma kapsamında “2010 KPSS sınavı”na

yönelik yürütülen soruşturmada hakkında gözaltı kararı çıkartılan

Mehmet Hanifi Sözen’in, 29 Kasım 2014’te yurtdışına kaçtığı

kayıtlara geçti. Sözen’in Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği

Başkanlığı’nı yaptığı da belirtildi.             

BASINDAKİ BAĞLANTILAR             

Soruşturma dosyasına göre devletin çeşitli kademelere sızan

FETÖ/PDY, basının gücünü de kullandı. Bunun için bir taraftan

kendisine yakın basın kuruluşlarını kullanırken diğer taraftan

kendisine tabi işadamları aracılığıyla yeni basın kuruluşlarını da

bünyesine dahil etti.             

• Örgüte himmet yoluyla finansman kaynağı sağladığı belirlenen

Koza-İpek grubunun Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek’in,

Bugün TV, Kanal Türk ile Bugün gazetesini bu kapsamda aldığı

talimat doğrultusunda örgütün bünyesine dahil ettiği tespit edildi.

İpek’in şirketlerine yönelik operasyon öncesinde 30 Ağustos 2015’te

yurtdışına çıktığı belirlendi.             

• Örgütün basın kolunda yer alanlardan biri olan Önder Aytaç’ın, 17

Kasım 2014’te yurtdışına kaçtığı, Cihan Haber Ajansı’nın eski Genel

Müdürü olduğu, Samanyolu TV’de çalıştığı, örgüte müzahir

gazeteci-yazarlardan olduğu ve PDY ile ilgili birçok konferans

verdiği tespit edildi.             

• FETÖ/PDY içinde yönetim kadrosunda faaliyet yürüttüğü belirlenen

Mustafa Yeşil, örgüt açısından büyük önem arz eden Gazeteciler ve

Yazarlar Vakfı’nın 1 Ocak 2015 tarihine kadar başkanlığını yaptı,

yerini ise Cemal Uşşak’a bıraktı.             

Gözaltı listesinde ismi yer alan şüphelilerden Ahmet Kurucan’ın ise

Zaman gazetesi yazarı olduğu, geçmişte Fetullah Gülen’in yanında

kaldığı ve PDY adına aktif görev yaptığı belirtildi.             

ÖRGÜTÜN PARA KASALARI              

• Emniyetin kayıtlarına göre, örgütün Kuzey Irak İmamı olduğu

belirtilen Talip Büyük, örgütün üst düzey sorumlularından... Ayrıca

örgütün finansmanında kilit rol oynadığı ifade edilen Büyük, 5 Mayıs

2015’te Türkiye’yi terk etti.             

• FETÖ/PDY içinde Antalya imamı ve finans koordinatörü olarak

görev yapan Nevzat Ayvacı ise emniyet kayıtlarına göre, 19 Kasım

2015’te yurtdışına çıktı. Gülen’in operasyon ekibi içerisinde yer

aldığı değerlendirilen Ayvacı’nın, örgüt içerisindeki her türlü tayin,

terfi ve yönlendirmenin yapıldığı “tayin heyeti”nin içerisinde yer

aldığı belirlendi.             

• Örgüt için önemli isimlerden bir tanesi de Hüseyin Saruhan...

Saruhan’ın örgütün para kasalarından biri olduğu ve örgüt adına

himmet toplama faaliyetlerinde bulunduğu tespit edildi.             

• FETÖ/PDY’nin Ankara’daki okullarından sorumlu olduğu

belirlenen Cemil Koca, 4 Aralık 2014’te yurtdışına kaçtı. Koca’nın

işadamlarından “himmet” adı altında yüklü miktarda paralar topladığı

ve 2014 yılına kadar Ankara il imamı olarak faaliyet gösterdiği

kaydedildi.             

GÜLEN’İN DOKTORLARI              

• Hacettepe Üniversitesi’nde rektör danışmanı olarak görev yapan

Tuncay Delibaşı’nın ayda bir Fetullah Gülen’in yanına giderek sağlık

kontrollerini yaptığı, Gülen ile doğrudan irtibatlı olduğu

belirlenirken, örgütün üst kurulunda yer alan Kudret Ünal’ın da aynı

şekilde Gülen’in doktorluğunu yaptığı, yapıya bağlı okullarda da

etkili olduğu tespit edildi.             

ÖRGÜTÜN İMAMLARI              

Emniyetin gözaltı listesindeki isimler arasında örgütün “imam”ları da

bulunuyor. Yurtdışına kaçtıkları değerlendirilen imamlar ve sorumlu

oldukları bölgeler şöyle:             

• Şerif Ali Tekalan: Fatih Üniversitesi’nin kurucusu ve rektörü. Örgüt

içerisinde üst düzey görevli. FETÖ/PDY’nin Türkiye İmamı

olabileceği değerlendiriliyor. 24 Ekim 2015’te yurtdışına çıktığı

tespit edildi.             

• Barbaros Kocakurt: PDY içerisinde bilgi akışını sağladığı, Fetullah

Gülen’e ait tüm organizasyonların başındaki isim olduğu ve örgütün

İstanbul il imamı olabileceği kaydediliyor. 7 Ağustos 2014’te

yurtdışına kaçtı.             

• Bahattin Karataş: 1988’li yıllarda Ankara Maltepe Dershanesi’nin

sonra da Serhat Koleji’nin müdürlüğünü yaptı. Örgütün Güneydoğu

Bölge Sorumlusu... Van, Avusturya İmamlığı yaptığı, örgütün İrşattan

Sorumlu Türkiye İmamı olduğu değerlendiriliyor. 18 Ocak 2011’de

yurtdışına çıktığı belirlendi.             

• Sadık Kesmeci: FETÖ/PDY’nin Erzurum ve İstanbul bölge imamı.

• Murat Karabulut: Örgütün Asya imamlarından. 4 Şubat 2014’te

yurtdışına çıktığı tespit edildi.             

• Muammer Türkyılmaz: Türkmenistan’da ikamet ettiği, örgütün Asya

imamlarından olduğu belirlendi. 01 Eylül 2015’te yurtdışına çıktı.      

      

• Necdet Başaran: 1970’li yıllardan itibaren İzmir’de oluşturulan

çekirdek kadro içerisinde olduğu, örgütün dış ülkelerle

koordinasyonunu sağladığı ve Avrupa imamlığı yaptığı

değerlendiriliyor... 3 Haziran 2013’te ülkeyi terk etti.             

• Ahmet Şahinalp: Örgütün Almanya imamı. 25 Mayıs 2014’te

Türkiye’yi terk ettiği belirlendi.             

• Hüseyin Kara: Emekli din öğretmeni. Ankara’da örgüt adına

sorumlu düzeyde görev yaptığı, ayrıca örgütün Uzakdoğu imamı

olarak faaliyet yürüttüğü ve 21 Kasım 2015’te yurtdışına çıktığı

belirlendi.             

• Necdet İçel: Gülen’in ilk talebelerinden. İzmir Müftülüğünden

emekli. Örgütün Afrika kıtası sorumlusu olduğu ve üst düzey faaliyet

yürüttüğü tespit edildi. 16 Ekim 2014’te yurtdışına çıktı.

• Hamdullah Bayram Öztürk: Örgütün Güney Amerika imamı. 23

Ocak 2011’de ülkey terk ettiği kayıtlara geçti.

• Harun Tokak: İsrail’de ikamet ettiği, FETÖ/PDY adına İsrail İmamı

olarak faaliyet gösterdiği ve yapının İsrail ile olan irtibatını sağladığı

belirlendi. 10 Ekim 2015’te yurtdışına çıktığı tespit edildi.

• Halit Esendir: Zaman gazetesi, Samanyolu TV, Aksiyon dergisi gibi

kuruluşlarında çeşitli görevler yürüttüğü, ayrıca Afganistan ve

Pakistan’da örgüt adına sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğü belirtildi.

10 Eylül 2015’te yurtdışına çıktı.

• Süleyman Uysal, Ziya Demirel ve Suat Yıldırım’ın örgütte Alevi

Hizmetlerinden Sorumlu İmamlar olarak görev yaptıkları tespit

edildi. Bu üç isim de farklı zamanlarda yurtdışına çıktı... Son

operasyonda, Suat Yıldırım gözaltına alındı.

GATA İMAMI

• Rıdvan Akovalı’nın GATA imamı olduğu, Harp Okulu ve Harp

Akademisine girecek yapı mensuplarına sağlık raporu alınmasını ve

yapıya yakın isimlerin askeri okullara girmesini sağladığı belirlendi.

FEM dershanelerinden sorumlu Ahmet Kirmiç’in örgüt tarafından

“mahrem” hizmetlerden sayılan askeri sınavlara öğrenci yetiştirme

faaliyetlerinde bulunduğu, Marmara Bölge ve İstanbul İmamı olduğu

değerlendiriliyor.

Suat Yiğit’in örgüte bağlı bazı komutanların sorumlusu olduğu, askeri

lise ve harp okullarında örgüt imamlığı yaptığı, TSK kadrosu

içerisinde örgüte bağlı albay ve yarbay rütbesindeki personellerin

“ağabeyi” olduğu belirlendi.

Sait Aksoy’un ismi de Askeri ve Polis Okulu/Kolejine öğrenci alımını

ve teminini sağlayanlar arasında geçiyor. 

Yazımızı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın; Türkmenistan dönüşü

uçakta gazetecilere söylediği şu sözlerle noktalayalım: “Dünyanın

neresine kaçarlarsa kaçsınlar, yaptıklarının bedelini er veya geç

ödeyecekler.”

Ödemeliler de!..

Bu millete çok çektirdiler!..

------------------------------------

İBLİS’İN İTLERİ OLMASALAR; KUR’AN YAKMAZLAR,

CAMİYİ ATEŞE VERMEZLERDİ!

“Eski Türkiye”de, belki haklılık payları vardı...

Çünkü devlet, “Kürt halkına zulmediyor”du...

“Görüşü engellediği” gerekçesiyle ağaçları kesiyor, “kovan”ları

“içindeki arılarla birlikte” yakıyor, “PKK’ya yardım ve yataklık”

ediyor diye, halkı göçe zorluyordu...

Dedim ya; “Kürt halkının isyan etmeye, PKK’nın eylem yapmaya”

hakkı olduğu söylenebilirdi...

Ama, köprünün altından çok sular aktı...

AK Parti ve Tayyip Erdoğan, hem de taa 2005’te; “Ret, İnkâr ve

Asimilasyon” politikalarına son verdiğini söyleyip, “Barış ve

Kardeşlik Projesi”ni başlattı...

Kürt halkı ne istediyse, verdi!..

Yani, PKK’nın; “Silah bırakıp, Türkiye’yi terk etmek”ten başka

çaresi kalmamıştı!..

Ama ne gittiler, ne silah bıraktılar!..

Tam aksine;

Güneydoğu’nun il ve ilçelerini Beyrut’a çevirdiler... Yaktılar, yıktılar,

direnen Kürtleri öldürdüler!.. “Cami”leri ateşe verdiler, “Kur’an-ı

Kerim”leri yaktılar!..

Sizin anlayacağınız; 1990’lardaki “Ceberut Devlet”in yerini “Terör

örgütü PKK” aldı!..

Şimdi; Kürt halkını göçe zorlayan PKK’dır!..

Tıpkı, “Geri Zekâlı Bush”un; “Ya bendensin, ya bana düşman” dediği

gibi deyip, basıyor kurşunu!..

Bu haliyle PKK’lı teröristler;

Ya “İblis”tir, ya da “İblis’in itleri”dir!..

“İblis’in itleri” olmasalar; “Cami ve Kur’an yakmazlar, ilçeleri ateşe

vermezler”di!..

Ama, geberecekler... Piçler de geberecek!..

Bu makale 19.850

kez okundu




yeniakit.com.tr
Topraklarımızı İslamlaştıran Alparslan Gazi

“Sen İslamiyet uğruna bir cihada giriyorsun sultanım. Bütün

Müslümanların dua ettikleri mübarek Cuma günü savaşa başlayınız.

Allahu âlem zafer sizedir”.

Alparslan Gazi’nin İmamı ve Fakihi Buharalı Ebû Nasr Muhammed.

“Onların zaptedilemez dedikleri beldeleri Allah bugün elime teslim

etti”

Selçuklu Sultanı Alparslan Gazi.

“1071’de Muş Malazgirt’te, ceddimiz Alparslan’ın ordusunda biz

birbirimize kardeş olduk, diri olduk beraber olduk, ebediyen devam

edecek kader ortağı olduk”.

R. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı.

          Bin yıldır üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarımız başta

olmak üzere, 22 milyon metrekareye İslam’ın ulaşmasına sebep olan

fethin Sultanı Alparslan Gazi, 25 Kasım 1072 tarihinde şehid

edilmişti. Ruhu şerifleri için El-Fatiha.

Bugünlere ne kadar şükretsek azdır. Hamdolsun ki; tarihimiz,

geçmişiz, inancımız, değer yargılarımız baskıdan, gizlilikten,

yalandan kurtuldu ve kendimize dönmeye başladık.

Tarihimizi vicdan ve akıl terazisiyle tartarak yazan ve konuşanlar

söyler ki;

-“İslam’ın kabulüyle birlikte Kelime-i Tevhidin yayılması ve

yaşanması için fetihlere çıkan Türk kavimleri, asla istila ve cihangirlik

sevdasına düşmemişlerdir”.

Bunların başında da Anadolu’nun fethine Malazgirt’ten başlayan

Alparslan Gazi gelmektedir.

Sadece Anadolu’nun fethi mi? Elbet hayır! Hıristiyan dünyasına karşı

İslâm âleminin de koruyuculuğunu üstlenmişlerdir.

Bizans’ın Anadolu üzerindeki dini, mali ve sosyal baskısına son

vermişlerdir.

Malazgirt zaferi bir toprak kazanımı değil, aynı zamanda İslam ve

Hıristiyan dünyasının, karşı karşıya gelmesi ve birinin mağlubiyeti

diğerinin zaferidir.

Alparslan ve ordusu, bu zaferle bütün bir İslam âleminin şeref ve

haysiyetinin, manevi değerleri­nin her şeyin üstünde tutulduğunu

göstermiş düşmana geçit vermemiştir.

1071 Malazgirt zaferi, İslâm dünyasındaki iç ve dış kargaşalara

meydan veren siyasi bölünmelere de son vermiş ve “İslam

kardeşliğinin” temelini atmıştır.

İnsan başta olmak üzere İslam’ın tüm canlılara gösterdiği “yaratılana

hürmet” inancıyla, bölgeden yeni zaferlere doğru coşkulu bir akın

başlamıştır.

Peki, bin yıl önce başlayan mücadele bitmiş midir? Bitmemiştir.

Şartlar değişse de bugün içimizde ve dışımızda oluşturulan Haçlı

ittifakına karşı, Hilal mücadelesi sürmektedir.

Sözü, Sultan Alparslan’ın, 26 Ağustos 1071 Cuma günü, Malazgirt

Ovası’nda beyaz elbisesini giyip, Cuma namazını kılması ve “elli bin”

kişilik ordusuna hitaben; “Şehit olursam bu beyaz elbise kefenim

olsun” diye başladığı nutkuyla bitirelim

-“Şerefli Askerlerim!

Müslümanların bizim için dua ettikleri şu vakitlerde, düşmanın

üzerine atılmak istiyorum.

Galip gelirsek Allah’tan istediğimiz zafer gelmiştir. Yenilirsek şehid

olarak cennete gideriz.

Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var.

Ben de içinizden biri olarak sizlerle birlikte savaşacağım.

Bizimle olmak isteyenler arkama düşsünler, istemeyenler geri

dönebilirler”.

Bu makale 3.450

kez okundu











TÜRKİYE'DE PUTLARA HARCANAN PARA ! KESİNLİKLE

OKU, PAYLAŞ

Kemalist zatın birisi:

“Türkiye'de kaç okul var? 67 bin...
Kaç hastane var? 1220...
Kaç sağlık ocağı var: 6 bin 300...
Peki kaç cami var? 85 bin...
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.

Türkiye'de kaç doktor var? 77 bin...
Peki kaç din görevlisi var? 90 bin...
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din

görevlisi düşüyor.-

Bunları tek tek sıraladıktan sonra, şeriati küçültüyor. Adamın çıkış

noktası budur. Biz de bu konuyu şöyle açıklıyoruz. Hastane, sağlık

ocağı, okul gibi inşalar yapıldıktan sonra, doktor, sağlık personeli,

hizmet personeli veya öğretmen ister. Aylık bakım ve onarım ister.

Materyal ve malzeme ister. Oysa camide hizmet personeli de sağlık

personeli de malzeme personeli de imamdır, cemaattir. Bir doktor

maaşı 2072 lira. Tam teşekküllü bir hastanede sadece 100 doktor

olduğunu düşünelim. Ayda eder 200 bin lira (200 milyar) Senede

yapar 2 trilyon 400 milyar. Toplam hastane malzemelerinden ödenen

para 1 Trilyondan fazla. Camilerin ihtiyaçlarının cami cemaati

tarafından karşılandığını herkes bilir. Diyanet işleri ödeneği 2011 ile

3 trilyon. Sağlığa ayrılan ödenek 17 trilyon. Peki bu 3 trilyonluk

ödenek nereye gidiyor? Bu ödeneğin %90’ı imam hatip kurs ve

liselerine gidiyor. Camilere ayrılan para ise yok gibi. Camilerin yıllık

masrafı, hastanelere ayrılan masraftan tam %1000 daha düşük.

Yukarıdaki kıyaslama ile imamların fazlalığından şikayet ediyor. Peki

bu İslam milletinin camiye gitme ihtiyacı, doktora gitme isteğinden

daha fazlaysa; buna sebep olan devletin eğitim politikaları veya kişi

vicdan özgürlüğü değil midir?

Camilerin ve imamların fazlalığından şikayet eden arkadaşımız lafı

hiç heykellere getirmiyor. Türkiye’de 2008 itibarı ile Atatürk

heykellerinin 100 binden fazla olduğu biliniyor. Bu heykellerin

fiyatına ilişkin yorumlar şunlar: “Heykeltıraş Prof. Ferit Özşen,

kurumların Atatürk heykeli yaptırmayı kendiliğinden vazife

edindiğini söylüyorÖzşen, diğer heykeltıraşlara göre epey sınırlı

sayıda Atatürk heykeli yapmış. Bugüne kadar 10'un üzerinde anıt

yaptığını söyleyen Özşen heykelde bronzu tercih edenlerden. Genel

fiyat aralığı gözönüne alındığında eserlerini pahalı satanlar arasında.

Özşen, normal boyutlarda atlı bir figürün 60 bin TL'ye mal olacağını,

bunun en az üç katı fiyatına da bronz döküm yapılabileceğini

söylüyor. Atatürk heykellerinde istikrarlı bir fiyat politikası yok.

Deyim yerindeyse herkes kafasına göre fiyat biçiyor. Kültür

Bakanlığı'nın tarifesinde büstler 5 bin TL, üç metrelik figürler 20 bin

TL. Ancak bunun çok altında ve üstünde fiyatlara Atatürk heykeli

yapanlar var. Örneğin çok ucuza heykel yaptığını söyleyen Tankut

Öktem küçük bir anıt için 8 bin lira ücret aldığını belirterek "Bu

fiyata yapan kimse de yok" diyor.”

Biz yine de düz 100 bin heykel olduğunu ve en az 10 milyar

harcandığını varsayalım.

100 BİN X 10 MİLYAR = 1 KATRİLYON = 1 MİLYAR DOLAR

PEKİ BU PARAYA NE YAPILIRDI?

O SÖZDE “DAĞLIK DİYE” HİZMET GÖTÜRÜLEMEYEN

DOĞU’YA !

BİR İZMİR, BURSA YENİ BAŞTAN YARATILIR
Veya 20 PLANLI ŞEHİR YAPILIR
20 ÜNİVERSİTE KURULUR
500 TANE OKUL YAPILIR
300 HASTANE YAPILIR

Şimdi en başa dönelim.

“Türkiye'de kaç okul var? 67 bin...
Kaç hastane var? 1220...
Kaç sağlık ocağı var: 6 bin 300...
Peki kaç cami var? 85 bin...
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.

Türkiye'de kaç doktor var? 77 bin...
Peki kaç din görevlisi var? 90 bin...
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din

görevlisi düşüyor.-

PEKİ TÜRKİYE’DE KAÇ ATATÜRK HEYKELİ VAR? (GERÇİ

HEYKELLER MİLYONDAN FAZLA BU DA AYRI Bİ DERT,

KİME NE FAYDASI VARSA)
-100 BİN
PEKİ TÜRKİYE’DE 1 KİŞİYE KAÇ ATATÜRK HEYKELİ

DÜŞÜYOR?
-800 KİŞİYE BİR ATATÜRK HEYKELİ
-80 KİŞİYE BİR HEYKEL DÜŞÜYOR

(Resim de gördüğünüz heykel CHP'li belediye tarafından 4.2 trilyona

yaptırıldı)

PUTLARI YIKMA VAKTİ GELMİŞTİR. EY ŞANLI

OSMANLININ EVLATLARI !
Ceddimiz Osmanlıs Foto.
Ceddimiz Osmanlı
6. April 2012 ·

TÜRKİYE'DE PUTLARA HARCANAN PARA ! KESİNLİKLE

OKU, PAYLAŞ

Kemalist zatın birisi:

“Türkiye'de kaç okul var? 67 bin...
Kaç hastane var? 1220...
Kaç sağlık ocağı var: 6 bin 300...
Peki kaç cami var? 85 bin...
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.

Türkiye'de kaç doktor var? 77 bin...
Peki kaç din görevlisi var? 90 bin...
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din

görevlisi düşüyor.-

Bunları tek tek sıraladıktan sonra, şeriati küçültüyor. Adamın çıkış

noktası budur. Biz de bu konuyu şöyle açıklıyoruz. Hastane, sağlık

ocağı, okul gibi inşalar yapıldıktan sonra, doktor, sağlık personeli,

hizmet personeli veya öğretmen ister. Aylık bakım ve onarım ister.

Materyal ve malzeme ister. Oysa camide hizmet personeli de sağlık

personeli de malzeme personeli de imamdır, cemaattir. Bir doktor

maaşı 2072 lira. Tam teşekküllü bir hastanede sadece 100 doktor

olduğunu düşünelim. Ayda eder 200 bin lira (200 milyar) Senede

yapar 2 trilyon 400 milyar. Toplam hastane malzemelerinden ödenen

para 1 Trilyondan fazla. Camilerin ihtiyaçlarının cami cemaati

tarafından karşılandığını herkes bilir. Diyanet işleri ödeneği 2011 ile

3 trilyon. Sağlığa ayrılan ödenek 17 trilyon. Peki bu 3 trilyonluk

ödenek nereye gidiyor? Bu ödeneğin %90’ı imam hatip kurs ve

liselerine gidiyor. Camilere ayrılan para ise yok gibi. Camilerin yıllık

masrafı, hastanelere ayrılan masraftan tam %1000 daha düşük.

Yukarıdaki kıyaslama ile imamların fazlalığından şikayet ediyor. Peki

bu İslam milletinin camiye gitme ihtiyacı, doktora gitme isteğinden

daha fazlaysa; buna sebep olan devletin eğitim politikaları veya kişi

vicdan özgürlüğü değil midir?

Camilerin ve imamların fazlalığından şikayet eden arkadaşımız lafı

hiç heykellere getirmiyor. Türkiye’de 2008 itibarı ile Atatürk

heykellerinin 100 binden fazla olduğu biliniyor. Bu heykellerin

fiyatına ilişkin yorumlar şunlar: “Heykeltıraş Prof. Ferit Özşen,

kurumların Atatürk heykeli yaptırmayı kendiliğinden vazife

edindiğini söylüyorÖzşen, diğer heykeltıraşlara göre epey sınırlı

sayıda Atatürk heykeli yapmış. Bugüne kadar 10'un üzerinde anıt

yaptığını söyleyen Özşen heykelde bronzu tercih edenlerden. Genel

fiyat aralığı gözönüne alındığında eserlerini pahalı satanlar arasında.

Özşen, normal boyutlarda atlı bir figürün 60 bin TL'ye mal olacağını,

bunun en az üç katı fiyatına da bronz döküm yapılabileceğini

söylüyor. Atatürk heykellerinde istikrarlı bir fiyat politikası yok.

Deyim yerindeyse herkes kafasına göre fiyat biçiyor. Kültür

Bakanlığı'nın tarifesinde büstler 5 bin TL, üç metrelik figürler 20 bin

TL. Ancak bunun çok altında ve üstünde fiyatlara Atatürk heykeli

yapanlar var. Örneğin çok ucuza heykel yaptığını söyleyen Tankut

Öktem küçük bir anıt için 8 bin lira ücret aldığını belirterek "Bu

fiyata yapan kimse de yok" diyor.”

Biz yine de düz 100 bin heykel olduğunu ve en az 10 milyar

harcandığını varsayalım.

100 BİN X 10 MİLYAR = 1 KATRİLYON = 1 MİLYAR DOLAR

PEKİ BU PARAYA NE YAPILIRDI?

O SÖZDE “DAĞLIK DİYE” HİZMET GÖTÜRÜLEMEYEN

DOĞU’YA !

BİR İZMİR, BURSA YENİ BAŞTAN YARATILIR
Veya 20 PLANLI ŞEHİR YAPILIR
20 ÜNİVERSİTE KURULUR
500 TANE OKUL YAPILIR
300 HASTANE YAPILIR

Şimdi en başa dönelim.

“Türkiye'de kaç okul var? 67 bin...
Kaç hastane var? 1220...
Kaç sağlık ocağı var: 6 bin 300...
Peki kaç cami var? 85 bin...
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.

Türkiye'de kaç doktor var? 77 bin...
Peki kaç din görevlisi var? 90 bin...
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din

görevlisi düşüyor.-

PEKİ TÜRKİYE’DE KAÇ ATATÜRK HEYKELİ VAR? (GERÇİ

HEYKELLER MİLYONDAN FAZLA BU DA AYRI Bİ DERT,

KİME NE FAYDASI VARSA)
-100 BİN
PEKİ TÜRKİYE’DE 1 KİŞİYE KAÇ ATATÜRK HEYKELİ

DÜŞÜYOR?
-800 KİŞİYE BİR ATATÜRK HEYKELİ
-80 KİŞİYE BİR HEYKEL DÜŞÜYOR

(Resim de gördüğünüz heykel CHP'li belediye tarafından 4.2 trilyona

yaptırıldı)

PUTLARI YIKMA VAKTİ GELMİŞTİR. EY ŞANLI

OSMANLININ EVLATLARI !







yeniakit.com.tr
Kişi başına kaç Atatürk heykeli düşüyor?

“O olmasaydı” derdi Başöğretmenim, “hepimiz İngiltere’nin kölesi

olacaktık!”

“O olmasaydı, İngilizler ezanı kaldıracak, Kur’an eğitimini

yasaklayacaktı!”

“O olmasaydı, camiler kiliseye çevrilecekti.”

“O olmasaydı, zulüm altında inim inim inleyecektik!”

Soramazdık: Ey Başöğretmenim, 1950’ye kadar millet zulüm altında

inlemedi mi?..

Ezan-ı Muhammedî ve din eğitimi 1950’ye kadar yasaklanmadı mı?..

Camilere sıralar konması, oturularak “tapınılması”, musiki aleti

çalınması teklifi “Dinde Reform Layihası” adı altında teklif edilmedi

mi?..

Başöğretmenim bu tür sorular sorulmasından hiç ama hiç

hazzetmezdi.

Ne tesadüf: Kemalistler de bu tür sorulardan hiç hoşlanmıyorlar!



Dünkü soruya gelelim: Tarih boyunca acaba heykellere toplam kaç

lira harcandı?

Kendi sağlığında diktirdiği heykelleriyle ölümünden sonra (özellikle

darbeden darbeye) devletin, belediyelerin ve özel kurumların

diktirdiği heykellerine toplam kaç lira harcandığı konusunda bir

araştırma yapılırsa, sanırım çok ilginç rakamlara ulaşılabilir.

Sıhhat derecesini bilmiyorum, ama bir internet sitesinde, her 800

kişiye bir Atatürk heykeli düştüğünü okudum.

PEPUG.com’un haberine göre ise (21 Eylül 2014 Pazar) Türkiye,

dünya sıralamasında büst sahibi ülkeler arasında birinci sırada yer

alıyor.

“Türkiye’de 67 bin okul, 1.220 hastane, 6.500 sağlık ocağı, 100

cemevi olduğu düşünüldüğünde, sadece küçük büst sayısı oldukça

fazla. Bunlara meydanlardaki, özel kurumlardaki büst ve heykeller

dâhil değil elbette. Her bir büstün maliyetinin 5000 TL. olduğu

gerçeği ise ülke ekonomisinin neden bu halde olduğunu açıklıyor.

Araştırmacıların ve anket şirketlerinin verilerinin sonucu ise

korkunç…”

Site, heykel ve büstlere harcanan miktarla neler yapılabileceğini de

hesaplamış.

5 havaalanı;

2.000 km. asfalt yol;

3 adet yolcu uçağı;

450 tam teşekküllü hastane;

200 fabrika;

20 üniversite;

500 okul yapılabilirmiş!



Bir haber de 12.09.2009 tarihli Vatan gazetesinden: “İzmir Buca’da

42 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük dünyanın ise  10’uncu

büyük rölyef projesi 3 yılda tamamlandı”…

 “… açılışı ertelenen Atatürk maskı dün CHP İzmir Milletvekili

Ahmet Ersin ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun da

katıldığı törenle açıldı. 4. 2 milyon TL’lik fiyatıyla bazı tartışmalar

yaratan, eski Başkan Cemil Şeboy ve proje ekibinin yargılanmasına

yol açan maskın açılışı, 10’uncu Yıl Marşı eşliğinde yapıldı. Açılışta

konuşan CHP’li yeni Başkan, ‘Ben olsam yaptırmazdım, 4 milyon

TL’yi okul, yurt yapımına harcardım” dedi (“Vay irticacı vaaay!..”

diyelim mi? Ama diyemeyiz: Çünkü CHP’li)…

“Tören öncesi ve sırasında lazer gösterileri geceye renk katarken 8

dakika boyunca havai fişek gösterisi yapıldı. Mask, 42 metrelik

boyuyla Brezilya Rio de Janeiro’da bulunan 38 metre

yüksekliğindeki Hz. İsa heykelinden de yüksek…

“Buca Çaldıran Mahallesi’nde çevre yolu güzergâhına bakan

kayalıklarda 3 yıl önce yapım çalışmalarına başlanan mask için önce

bölgede zemin etüdü ile statik çelik projeleri yapıldı. İnşaatında 450

tondan fazla çelik taşıyıcı kullanılan mask, 3 kat püskürtme beton

atılarak tamamlandı. Heykeltraş Harun Atalayman’ın yaptığı mask

çalışmalarında, başta Dokuz Eylül Üniversitesi olmak üzere 25 farklı

üniversitelerden danışmanlık hizmeti alındı.”

Kaça mal olursa olsun, onu seyretmek Başöğretmenimin çok hoşuna

giderdi herhalde.

Bu makale 319

kez okundu









milatgazetesi.com
Sizi 10 Kasım’cılar sizi... - Milat Gazetesi


Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Milat

Gülme krizine sokar bunlar adamı... Anıtkabir mabedlerine gitmişler

mutad... Gitmişler de koca koca adamlar bir zamanların beyaz yakalı,

siyahilkokul önlükleriyle gitmişler. İzleyenler olmuştur, TRT1’de

geçen Salı gecesi izledim. Zavallı, gülünç, sahtekâr Kemalistler...

Anıtkabir... Mustafa Kemal’in devasa yeraltı ölüm dünyası... 10

Kasım’larda ve canları sıkıldıkça gittikleri sahte mabed...

Ve bizimkilerin İstanbul’da yaptırdığı Anıtmezarlar.. Topkapı

Mezarlığı’nda merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının «iade-i

itibar»dan sonraki ahiret mekânı ve hemen yakınındaki merhum

Turgut Özal için olan...

Dünyada hiçbir lider için böyle bir ulu anıtmezar yapılmış değil.

Mısar’daki firavun mezarı piramitler hariç, benzeri yok.

Elbette maksatlı, Müslümanlara baskı kurmaya yönelik işler...

«Anıtkabir»in de heykellerin de amacı aynı...

Yavuz Bahadıroğlu’nun «Kişi başına kaç Atatürk heykeli düşüyor?»

başlıklı makalesini de okuyun. (24 Şubat 2015) Halk tâbiri ile «Taş

Kemal»lerimizle şu ünlü Guinness rekorlar kitabında değilsek

Türkiye’ye büyük haksızlık yapılmış demektir.

Yuh artık... Mozeleye secde eden bile oldu... Sonra bunlara dinsiz,

kefere diyince kızıyorlar. Yahu Allah’tan (c.c) başkasına secde edene

İslâm kâfir diyor. Siz de araştırın bakalım, teolojik hattâ idelojik

olsun; başka bir isim yahut sıfat bulacak mısınız?

* * *

Aslen yahudi Moiz Kohen (takma adı buram buram Oğuz Türkü

kokan) Munis Tekinalp sahtekârının «KEMALİZM» kitabında

«Kahrolsun Şeriat» diye bir bölüm var. Kemalizm bu heriften sonra

çıkmıştı piyasaya. Ve gerçek kemalistler de o günden beri hep

“kahrolsun şeriat” dediler...

Nedir Şeriat? Istılah olarak, Allah indinde tek din olan İslâm. Ya da,

adı ve sanıyla «Şeriat-ı Ğarrâ-yı Muhammediye». Peygamberimiz

Hazreti Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği parlak

şeriat, aydınlık düzen, İslâmiyet yani.

«Kahrolsun» denilecekse bu hakikate, bu bütün güzellikleri

mündemic hak yola bühtanda bulunanlara denilmeli. Kininizle

kahrolun emi mabedi batasıcalar...

Yeri göğü, dağı taşı heykellerle, yani putlarıyla dolduruyorlar.

Müslümanlar bunlara yeterli tepkiyi vermiyor, veremiyor. Hálâ

korkuyoruz. 1938’de diktatörün ölümünde korkudan ağlayan ahmak

yığınlar kadar korkuyoruz... Müslümanların imanı; müntesibi

oldukları dinin izzetini, ikbâlini, meriyyet, müessirlik ve

muteberliğini koruyamıyorsa nasıl bir imandır?

Kızmayın ama bu; zavallı, hançerelerden aşağı inemeyen bir imandır.

Mü’min olamayan, fakat Müslümanlıktan da çıkmamış korkuyla ikrar

edilen, kalbî buğz (içinden tasvip etmeyiş, nefret) seviyesinden yukarı

çıkamayan en zayıf iman derecesi..

* * *

Birgün genç, atılgan ve çok zeki olanİbrahim (a.s) baltasını kaptığı

gibi devrin zalim tiranı Nemrut’un, (öz babası Azer’e) yaptırdığı tüm

heykelleri (putları) bir çırpıda kırar. İçlerinden büyükçe olan bir

tanesini kırmaz, sağlam bırakır. Baltasını onun eline tutuşturup çıkar

puthaneden.

Tabi Nemrut da, ahali de bunu İbrahim (a.s)’ın yaptığını anlar. Ve

Nemrut, İbrahim (a.s)’ı yakalatır. Huzuruna getirdiklerinde “neden

kırdın babana yaptırdığım putlarımı?” diye sorar. Hazreti İbrahim

(a.s) tebessüm ederek müstehzi bir cevap verir: “bana niye

soruyorsun, baksana balta kimdeyse o kırmıştır...”

Nemrut afallar ve daha da hiddetlenerek, “sen de ben de biliyoruz ki

o cansız bir taş, böyle bir şeyi yapmaktan acizdir, benimle eğleniyor

musun?”

brahim (a.s) da zaten bunu beklemektedir, cevabı yapıştırır: “Bir

balta ile rakiplerini yok etmekten dahi âciz şu cansız, idrâksiz şeylere

mi taptırıyorsun insanları, veyl olsun sana...”

Posta memuru Mahmut Kaçar da İbrahim (a.s) karakterinde bir

mü’min. Akşam Akit Tv’de de konuşturdular, hayli yaşlanmış.

90’lı yıllardı... Bir 10 Kasım günü, müteveffa Süleyman Demirel

riyasetindeki ricâl-i devlet mozeleye çelenk koyarken birden ortaya

çıktı ve “bırakın putlara tapmayı.. Taşa, mezara değil Allah’a

tapın”dedi. Derdest edildi ve tam yedi sene hapis yattı.

Menderes hükûmetince çıkarılmış 5816 başımızın üzerinde Demokles

Kılıcı gibi sallanıyor... Davul bizde ama tokmak hálâ onlarda... 13

yılda tokmağı alamadık, çünkü korkuyoruz...

Malûm, sayın cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan güzel şiir okur.

Hele şu mısraları çok yerde okumuştur: “Kahraman bekleyen

yığınlarını, / Kahramansız bırakma Allah'ım!”

Fakat okumak yetmiyor işte... Ve bir Erdoğan kahramanlığı ile de

bitmiyor. Yegan yegan tüm Müslümanlar kahraman olmalı...

Merhum Arif Nihat Asya, «DU»şiirindeki bu mısraların devamında

“Bilelim hasma karşı koymasını / Bizi cansız bırakma, Allah'ım!” der.

Amin...

HARBİDEN sözü: Bugünkü HARBİDEN sözü, bu güzel mısralara,

aynı vezinle ilâvemiz olsun:

Kâfirler harıl harıl çalışırken

Mü’mini atıl bırakma Allah’ım...

İbrahim soyundan ol Muhammed’i

Bizlerden utandırma Allah’ım...

Rica etsem, bir daha «amin» der misiniz? 12 Kasım 2015

 



milatgazetesi.com
Cumhuriyeti Kim Kurdu? - Milat Gazetesi


Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Milat

Orta okulu Konya Karma Ortaokulu'nda okumuştum. Birgün bizi

okulun müsamere salonunda topladılar. İstiklâl Savaşı Gazisi yaşlı bir

emekli subay konuşacaktı.. Gazi subay amca heyecanla harp

hatıralarını anlatıyor, bizi adeta o müthiş savaş meydanlarına

götürüyordu bir zaman tunelinden. Ve bitirirken bir de suali olmuştu

bizlere.

"Evet, şimdi söyleyin bakalım, İstiklâl Savaşı'nın en büyük

kahramanını?" Yeni Cumhuriyet nesliydik. Hep birlikte «Atatürk»

diye bağırdık... Hiç unutmam, o yaşlı bedeninden umulmayan bir

celadetle ve "öyle ama.." falan demeden yüksek sesle "háyır...

bilemediniz.." dedi. Hocalarımızla birlikte hepimiz şoktaydık. Kısa

bir sessizlik, sonra uğultu oldu. Gazi amca bir asalet nişanı gibi

taşıdığı asasını tahta zemine vurarak sükûneti sağladı ve dedi ki:

"İstiklâl Savaşı'nın en büyük kahramanı analarımızdı..."

"Bu milletin kadınları istiklâl harbinde en az erkekleri kadar hattâ

belki daha fazla kahramanlık göstermişlerdir. Onların namuslarına

düşkünlüğü, onların vatan aşkı, hamiyyeti olmasaydı biz o şartlarda

zafer kazanamazdık.." İsmini hatırlayamadığım; konuşmasını ise,

dikkatle dinlediğim için hemen tamamı aklımda kalmış nutkunda

«Atatürk» adı hiç geçmemişti... Sadece birkaç yerde «Mustafa Kemal

Paşa» demiş fakat hiç medh-ü sena etmemişti.

Allah gani gani rahmet eylesin. Belki onlar sayesinde sadece ulu

paşayı değil, hiçbir insanı, hayatım boyunca putlaştırmadım..

Öğrenmiştim ki «memleket kavgası» asla tek adama mal edilecek iş

değildir. Büyükleri büyük yapan da, bizzatihi kendileri değil, birlikte

mücadele verdikleri kadrolar ve milletlerdir. Yani «Cumhuriyeti kim

kurdu?» gibi abuk bir soru ciddî bir sual değil. Cumhuriyeti bu aziz

millet kurmuştur, onu bozuk bir sistemle mahvedenler ise, bu putçu

CHP'lilerdir.

Profilo Holding’in kurucusu (yahudi asıllı) Jak Kamhi, "Bunlar tarih

kitaplarında yer almaz. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz işgaline

karşı ilk başkaldıranlar Museviler olmuştu. Atatürk 9 Eylül 1922’de

İzmir’e ilk girdiğinde Yunan bayrağını indirip göndere Türk bayrağını

çekenler de Museviler’di." demişti Hürriyet'e. Tarih kitaplarında yok

ya, üfür üfürebildiğin kadar.

Yenişafak yazarı Yusuf Kaplan'ın "işte size ürpertici bir Cumhuriyet

masalı! Çocuklarımızın beyni böyle yıkanıyor!.. Pagan bunlar,

pagan!" notuyla facebook'ta paylaştığı bir şiir var.

İ. Hakkı Talas (bu kişi müdürün kendisi mi?) imzalı bir şiir ve altında

abuk bir not: "Şarkıyı tüm cocuklar söyleyecek, 2 Kasım tarihinde

okulda kutlama yapılacak.." Ve her kıtanın yanına isimler yazılarak

"şiirde ismi yazılan yerleri ezberleyecekler" demiş. Mâsum çocukları

paganlaştırma amaçlı şiir şöyle:

Bir zamanlar yurdumda / Bir başka devlet varmış / Başındaki padişah,

/ Ne isterse yaparmış...

Millet onun yanında / Köle imiş, kul imiş / Türklerin vatanında /

Yıllar sürmüş bu gidiş...

Vatan kalmış bakımsız / Millet fakir, perişan / Sönüp gitmiş eski hız /

Yurda saldırmış düşman...

Atatürk Padişaha, / Düşmana karşı durmuş, / Yurdumuzu kurtarmış, /

Cumhuriyeti kurmuş...

Sinsi, yalanlarla dolu ve düşmanca bir amacı var bu tür faaliyetlerin.

Ve Yusuf Kaplan'ın da belirttiği gibi Millî Eğitim Bakanlığı derhal

müdahale etmeli, seçim ertesi ne kutlaması yapılacağı sorulmalı

müdüre.

«Millet padişaha kul köle idi» diyen CHP zihniyetİ, milleti «Tek

Adam»a kul köle yapmaktan hiç hayá etmemiştir.. Onlara göre İstiklâl

harbi bile milletsiz yapılmıştır. Bu masallarda millet hiç yoktur. Onlar

için millet terbiye edilerek sırtına binilcek vahşi, yabani bir attır...

Ve sırtına binilen bu millet80 yıl boyunca burnundan soludu. Bir

şeyler yapmak istiyor ama yapamıyordu. Her defasında binbir ümitle

seçtikleri tarafından aldatıldığını görüyor, gına geliyor, ümitsizlik bir

hançer gibi sinesine saplanıp kalıyordu. Tá ki, Ak Parti ortaya çıktı...

Ezilmiştik, korkutulup sinmiştik, yorulmuştuk ama yine de Ak lider

Recep Tayyip Erdoğan ile kendimize geldik, milletçe şahlanıp 12

yılda 80 yıllık günahı temizledik. Tabi düşman da boş durmadı. Din

karşıtı cephenin kinini pompaladı, paralellerini harekete geçirdi ve

CHP'lilere öyle bir gaz verdi ki, HDPKK'yı bile desteklediler.

Nihayet 7 Haziran ve kaos...

HARBİDEN: 7 Haziran akşamından daha heyecanlıyız bu gün.

Sandıklar açıldığında «tek başına iktidar» indifadasını görebilecek

miyiz? 7 Haziran kaosu bu akşam bitecek mi? İnşa'allah biter.

Yoksa... 01 Kasım 2015

   








habervaktim.com
Sahabe’den sonra İslâm’a En Büyük Hizmeti Türkler Yapmıştır -

Ahmed Yasin Gürkan
Yazarın Tüm Yazıları »

Kimileri Arvasî Hocanın “Seyyid” olduğundan hareket ederek, Türk

milliyetçiliğine gönül vermesini yadırgamaktadırlar. Hâlbuki Arvasî

Hocaya göre Türklük bir etnik-ırkî tezahür değil, bilâkis bir milletin,

medeniyetin ismidir. O bir konuşmasında da ifade ettiği gibi Sahabe-i

Kiram’dan sonra İslâm’a en büyük hizmeti Türk milletinin yaptığını

biliyor ve bu sebepten “İslâm’ı gâye edinen Türk milliyetçiliği”

fikrini savunuyordu. Yine bir konuşmasında “Eğer Türk iseniz

Avrupa’ya gittiğinizde size ikinci bir soruyu sormazlar, çünkü sizin

Müslüman olduğunuzu bilirler, lâkin Arap iseniz size ‘Müslüman Arap

mı, hristiyan Arap mı’ olduğunuzu sorarlar. İşte aradaki fark budur”

diyerek Türklüğü sığ anlayışlardan çıkarıp derin manası ile telakki

etmiştir.

Türk milleti ve hususen Türk’ün İslâm Ülküsüne gönül verenler,

yaşadıkları asrın Alp Erenleri, Derviş-Gazileri olmaları hasebiyle,

Arvasî Hocanın nezdinde Allah dâvasının taşıyıcılarıydılar. Arvasî

Hoca burdan hareketle “Ben Afrika’nın ortasında doğmuş bir zenci

olsaydım ve bu şuur yine bende olsaydı tereddütsüz Türk milliyetçisi

olurdum. Çünkü ben Amentü’ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki,

Türk milletinin de İslâm âleminin de mazlum milletlerin de kurtuluşu

Türk milliyetçilerindedir, Türk - İslâm ülkücülerindedir” diyerek her

daim Türk-İslâm Ülküsüne gönül verenlere destek çıkmıştır. Arvasî

Hoca birileri tarafından milliyetçiliğin içinin boşaltılıp, ulusalcı-

kemalist sapmaların yaşandığı bugünleri görseydi kim bilir ne derdi?

Cenab-ı Allah Mâide Sûresi, 54. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey

iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah öyle bir kavim

getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere

karşı nefislerini aşağı görürler, kâfirlere karşı da izzet ve şeref

sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının

kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın fazlıdır onu dilediği

kimseye verir, Allah âlimdir, ihsanı geniştir.”

Arvasî Hoca yukarıdaki ayet-i kerimede ifade edilen vazifeyi

muhterem ecdadımızın en güzeliyle yerine getirdiğine inanır ve

bugünde Türk milletinin yeniden bu tarihî vazifelerine talip olmaları

gerektiğini söylerdi. Burada şu bilinmelidir ki Cenab-ı Allah bu

vazifeyi lâyık olana verir, ecdad-ı izam İslâm’ı öyle bir yaşadı ve

yaşattı ki asırlarca İslâm’ın sancaktarlığını yaptı, bugün de Türk

milleti ma’lâyani işleri terk edip, hayra yönelmeli, sarsılmaz bir birlik

halinde bütün maddî ve manevî kudretini Allah için sarf etmelidir.

Türk-İslâm medeniyetinde “vakıf” kavramı çok mühim bir yer teşkil

eder. Ecdadımız âyet emri gereği mallarını Allah’ın yolunda infak

etmek gayesiyle sayısız vakıflar kurmuştur. Bunun yanında Türk-İslâm

geleneğinde kendi nefsini Allah için vakfeden manasında “vakıf

insan” tabiri vardır. Arvasî Hoca da tam bir “vakıf insan”dır. Bu

hakikati bir konuşmasında şöyle dile getirir: “Benim tek gâyem rıza-i

ilahidir. Ben kendimi İslâm dinine ve Türk milletine vakfettim. Bir

şey vakfedilirse artık o vakfedilen geri alınamaz.”

Arvasî Hoca kendi nefsini vakfetmenin yanında 70’lerin sonunda bir

grup gönüldaşı ile beraber Türk Gençlik Vakfını kurarak,

hapishanelerde yatan milliyetçi-mukaddesatçı gençler ile onların

ailelerine maddî yardımda bulunmuş ve tahsil çağındaki milliyetçi

talebelere burs sağlamıştır.

Bütün bunları yapan Arvasî Hocanın bir öğretmen maaşı ile

geçinmeye çalışan beş çocuklu bir aile babası olduğunu ve hayatı

boyunca bir ev alacak parası olmadığı için hep kirada oturduğunu

belirtmeden geçemeyeceğiz.

Zaten bir yerde “dünya metaı”na meyil var ise orada Allah’ın rızası

ortadan kalkar. Müslümanların da bu hususta Şanlı Peygamberimizi

(aleyhisselâm) misal kabul etmeleri ve aşırı yığma-biriktirme

yapmamaları İslâm’ın şiarındandır.

Türk milliyetçiliği üzerine kafa yoran çok kıymetli isimler var. Lâkin

bunların arasında Arvasî Hoca meseleleri ele alışı, temellendirişi

yönünden milliyetçi-mukaddesatçıların kutup yıldızıdır.

Hareketin aslî mecrasına oturmasına vesile olmuş, kavramların hepsini

yerli yerince açıklamış, kafalardaki bulanıklığı gidermiştir.

Arvasî Hoca sıklıkla kullanılan “Türk-İslâm Sentezi” tabirinin ağza

hoş gelse de ilmî olarak doğru olmadığını ispat etmiş ve yerine daha

doğru ve yerinde bir tabir olan “Türk-İslâm Ülküsü” ifadesini ortaya

atmıştır. Sentez, Hegel diyalektiğinin ürünüdür ve “tez” ile “anti-

tez”in çarpışmasından doğar. İşte Arvasî bu kavrama itiraz etmiş, Türk

ve İslâm’ın birbirilerine zıt olmadığını, biri diğerinin anti-tezi

olmadığını, bunların bir sentez değil “terkib” olduğunu ifade etmiş ve

Türk –İslâm Ülküsü kavramını ortaya atarak büyük bir fikrî hatanın

önüne geçmiştir.

12 Eylül darbesi milliyetçi-muhafazakâr camia için büyük bir imtihan

niteliğindeydi. Darbeden sonra Türkiye’nin geçirdiği içtimaî

yozlaşmadan bütün gruplar nasibini almıştı. Şüphesiz bu gruplardan

biri de milliyetçilerdi. Böyle bir ortamda talebelerinden bir tanesi

bozulmadan şikâyet eder, Hoca da şöyle cevap verir: “Türkiye’de

dâvasına sadık Ülkücüler hâlâ var. Nizâm-ı âlem dâvasına bağlı,

hedefi bütün insanlığa hizmet götürmek olan Ülkücüler var. Bunlar

Türk-İslâm Ülküsünün Alp Erenleridir. Dâvalarından vazgeçmiş

değillerdir. Fakat şimdilik ortalıkta gözükmüyorlar. Bu hâl içinde

bulunduğumuz şartların bir sonucudur. Şuan camiamızda üç tip insan

görünüyor: Hakikî Ülkücüler, Ülkücü geçinenler, Ülkücülükten

geçinenler..Zamanla her şey yerli yerine oturacak…Ümidini

kaybetme, bu karamsarlığı bırak.” Yine insanlardaki yozlaşmaya karşı

Arvasî Hoca: “Ülkücülük kayıtsız şartsız Allah’a itaat etmek

demektir. Allah’a itaat etmeyen ben ülkücüyüm demesin. Allah’tan

korksun, Allah’ın Resulü’nden (aleyhisselâm) utansın” diyerek gerekli

ikazı yapmıştır.

Arvasî Hoca’nın yarım asrı aşan ömrü hep mücadele içinde geçmiştir.

Hayatındaki bu daimi mücadele bedenini hayli yıpratmıştır. Mamak

zindanlarında geçirdiği günler naif bedenini iyice sarsmış ve kalp

krizi geçirmesine sebep olmuştur. Kalp krizine rağmen cezaevi

yönetimi işi ağırdan almış gerekli tıbbî müdahale çok geç yapılmıştır.

Hapishane hayatından sonra da gazetede yazmaya devam etmiştir.

Kendisi yazma gayesini, “Biz sadece Allah için yazarız” diyerek

açıklamıştır.

1988 senesinin 31 Aralık gecesi yine daktilosunun başında “Allah

için” yazı yazarken kalp krizi geçirip sandalyeden yere uzanmış,

hanımının telkin ettiği “Kelime-i Şehadet”i söyleyerek bekâ âlemine,

aslî vatanına ve biiznillah çok sevdiği “muhterem Ecdadı”nın

yakınına göç eylemiştir.

Cenab-ı Allah’tan muradımız o dur ki, cennet payesine erebilirsek

bizi yetiştiren, besleyen o memba’ başta olmak üzere Arvasî

Hocamızın, Necip Fâzıl dedemizin, İmam-ı Azam, Yesevî, Gazalî,

Rabbanî ve daha nice evliya, şüheda, umera, ulema, fukaha (Allah

sırlarını takdis eylesin) ecdadımızın sohbetlerine beka âleminde nail

olabilmeyi nasip eylesin.

Arvasî Hocamızın kabri İstanbul Edirnekapı Kabristanında,

Şeyhülislâm İbn-i Kemal Hazretlerinin yakınındadır.





habervaktim.com
En Büyük Hizmetler, Hayırlar, Şerefler - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »

M. Şevket Eygi / Milli Gazete

1. “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” hadîs-i şerifinin

bildirdiği üzere; Müslümanlara ve gayr-i Müslimlere faydası

dokunmak büyük bir hayır ve şereftir.

2. Önce gayr-i Müslimlere nasıl hayır yapılabilir, onları düşünelim…

İnsanları en güzel şekilde İslam’a, imana, Kur’ana davet etmek büyük

bir hayırdır.

3. Bu hayır en güzel şekilde yapılmalıdır… İnancı olmayan kimseleri

büsbütün inançsız ve kâfir yapacak bir dâvet, gerçek dâvet olmaz,

anti-dâvet olur.

4. Bir buçuk milyar nüfusu olan ve trilyonlarca liralık petrol gelirine

sahip İslam dünyasının insanlığı Hak Dine davet maksadıyla, Ümmet

çapında bir “Tebliğ, Dâvet ve İrşad Teşkilatı” kurması gerekir. En az

yüz dilde (tekrar ediyorum yüz dil) ciddî ve kaliteli davet ve irşad

yayınları yapılması gerekir.

5. Ayrıca çok etkili ve ciddî internet siteleri açılmalıdır.

6. Her yıl bu konuda milyarlarca faydalı güzel broşür, kitapçık

yayınlanmalıdır.

7. İkinci büyük şeref ve hayır, önce Türkiye’de, sonra İslam

dünyasında güçlü, vasıflı, etkili İslam Mektepleri açarak, çocuklara

ve gençlere Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun eğitim verip, onları

vasıflı güçlü üstün Müslümanlar olarak yetiştirmektir.

8. Sosyolojik bakımdan Müslüman olan ama İslamı iyi ve doğru

bilmeyen halka, etkili bir metotla eğitim vererek, onları gerçek

İslam’a çevirmektir.

9. Halka İslam Kur’an Sünnet ahlakının değerlerini, ilkelerini,

kurallarını öğretmek, İslam dünyasındaki ahlak fesadı ile mücadele

etmek, Müslümanları Kur’anî ve Nebevî yüksek ahlak ile

ahlaklandırmaktır.

10. Büyük ve hayırlı hizmetlerden biri, İslam dünyasında ittihad ve

uhuvvet için çalışmak, Ümmet birliğini kurmak, bugünkü tefrikayı,

Balkanlaşmayı, çekişme ve tepişmeleri önlemektir.

11. Ümmet-i Muhammed’in başına râşid, âdil, muttaqi, muhlis,

müdebbir, firasetli, muktedir bir Halife seçilmesi için; en uygun ve

düzgün bir şekilde çalışmak da temel bir hayır ve hizmettir.

12. İslam dünyasının belini büken bedeviliğin, yüzeysel şifahî anti

kültürün yerini medenî İslam kültürünün alması için çalışmak başlı

başına bir hizmettir.

13. Namazı yitirmiş ve şehvetlerine uymuş yüz milyonlarca

(Türkiyede on milyonlarca) Müslümanın tekrar namazı başlaması için

çalışmak.

14. Bilhassa Türkiye’de, farz namazların camilerde, ehliyetli liyakatli

icazetli fakih imamların ardında cemaatle kılınması için çalışmak.

15. İmanlı olmayan bir kimseyi, en uygun ve etkili şekilde İslama,

İmana, Kur’ana çağırma hizmeti; en şerefli, en sevaplı, en hayırlı bir

hizmettir.

16. İslam kadın ve kızlarını Kur’ana ve Sünnete uygun tesettüre ve

hicaba çağırmak büyük hizmettir. Açık olanların kapanması,

Süslüman tesettürlülerin Müslüman tesettüre yönlendirilmesi bu

hizmetler cümlesindendir.

17. Mü’minlerin birbirlerini sevmeleri, birbirlerini korumaları,

hayırlı işlerde birbirlerini desteklemeleri için çalışmak da böyledir.

18. Türkiye’yi yıkacak bir hale gelen israfla, lüksle, aşırı tüketimle,

bin türlü fetişizmle, beyinsizlikle mücadele etmek, halkı itidale,

kanaate, islamî mazbut hayata çağırmak hizmetleri.

19. Zekatın Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun ve mutabık

olarak, Kitabullahta zikr edilen gerçek şahıslara (parayı veya malı)

temlik suretiyle verilmesi için çalışmak. Hükmî şahıslara, dernek ve

vakıflara zekat verilemeyeceğini anlatmak.

20. Emr-i mâruf ve nehy-i münker hizmetleri de önde gelen büyük

hizmetlerdir.

21. Müslüman halkı aşırı şekilde dünyaya yöneltmekten korumak,

yönünü (dünya vazife ve hizmetlerini yapar olduğu halde) âhirete

çevirmek ve bu suretle insanları ebedî saadete götüren yollara sokmak

da büyük hayır ve hizmettir.

22. Din ve mukaddesat sömürücüsü şerefsiz eşkıya ve haşaratla en

uygun şekilde mücadele etmek, Müslümanları bu konuda uyarmak,

aydınlatmak, bilgilendirmek büyük hizmettir.

23. Cami mihraplarına, minberlerine, kürsilerine; ehliyetli, liyakatli,

ihlaslı, muttaqi, zahid, icazetli imamlar, hatipler, vaizler geçirmek

için çalışmak, böyle hademe-i hayrat yetiştirmek büyük hizmet olur.

24. Şu âhir zaman fitneleri, fesatları, sosyal ve kültürel depremleri

içinde; 19’uncu asırda Kafkasyada İmam Şamil nasıl çalışmışsa aynı

metotla çalışmak da büyük hizmettir.

25. İnsanları küfür ve sapıklık, fısk ve fücur, her türlü fuhşiyyat

(azgınlık) yangınlarından ve salgın hastalıklarından, tağutî

bağımlılıklardan kurtarma çalışmaları.

26. Halkı israflı otomobil, lüks cep telefonu, gösteriş, müzeyyen

mesken deliliğinden kurtarma hizmetleri.

27. Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uygun şekilde yaşayan

bir Müslümanın; halka ve çevresine örnek olması, onu görenlerin işte

vasıflı ve gerçek Müslüman böyle olmalı demeleri de büyük hizmettir.

28. Ehl-i Sünnet için doğru ve uygun şekilde çalışmak da büyük

hizmet ve hayırdır.

29. İslamın ve mukaddesatın süflî politikaya alet edilmemesi için

halkı uyarmak.

Bugün Türkiye’de Kur’an ve Sünnet kriterleri bakımından hizmet ve

hayır olmayan işlere her yıl milyarlarca dolar harcanıyor.

Sanatlı olmayan, yeterli cemaati olmadığı için mânen harap durumda

bulunan müzeyyen camiler… Hiç lüzumu olmadığı ve sanata aykırı

olduğu halde çok uzun, bol şerefeli minareler… Günde beş kez avaz

avaz bağırtılan, dine ve ezana eza veren hoparlörler… Cami

kaloriferleri ve klimaları, sık sık değiştirilen cami halıları… Bazısı

darphane gibi para kesen cami WC’leri… Kur’ana Sünnete Şeriata

aykırı şeytanî lüks Süslüman tesettürleri… Cemaat tarikat sekt hizip

fırka holiganlıkları… Daha neler neler.

Yukarıda saydığım çok hayırlı, çok şerefli, çok sevaplı temel

hizmetleri yapabilmek için birtakım şartlar gerekir:

1. İslamı iyi bilmek ve iyi anlamış olmak.

2. Çağ kültürünü yakalamış, hattâ onun üstüne çıkmış olmak.

3. Bu hizmet ve hayırları yapmaya ehil kimseleri bulup kadrolaşmak.

4. İhlas sahibi olmak. İçlerinde riya ve nifak bulunanlar böyle hayırlı

hizmetler yapamaz.

5. Yüksek İslam ahlakına ve yine yüksek karaktere sahip olmak.

6. Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona), Ashab-ı Güzin

efendilerimize, Ehl-i Beyt efendilerimize, Selef-i Sâlihîn

efendilerimize, evliyaurrahmana irtibatlı olmak, onların yolundan

gitmek.

Cenab-ı Hak bizleri hayır hasenata, böyle hizmetlere nail ve müyesser

kılsın.






habervaktim.com
Türk milliyetçilerinin iflah olmaz hastalığı: “Atatürk’e bağlılık” -
Ahmet Doğan İlbey
Yazarın Tüm Yazıları »

Türk milliyetçisi olduğunu iddia eden biri, “Türk devletinin kurucusu,

Türklüğün Himalayası ve büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal

Atatürk…” diye başlıyorsa söze, Türklüğünü Müslüman olunca

kazanan milletin milliyetçisi olmak düşüncesinde noksanlık vardır.

Bir Türk milliyetçisi, “Atatürk’ün hayatı ve kişiliği milliyetçiliğimize

ışık tutacak bir hazinedir” diyerek yola çıkıyorsa, İslâm zemininde

Türk olmuş bir milletin milliyetçiliğini yaptığı söylenemez.

Bu mantaliteye sahip Türk milliyetçisi, Müslümanlığını yekpâre bir

şekilde Türklüğüne taşıyan milletin değerlerini Batıcı inkılâplarla

değiştiren M. Kemal’in Fransız tarzı seküler milliyetçilik fikrini

savunuyorsa o milliyetçilik iflah olmaz.

“İSLÂM’IN TÜRKLERİN BEYNİNİ SULANDIRDIĞINI”

SÖYLEYEN M. KEMAL TÜRK MİLLİYETÇİSİ OLABİLİR Mİ?

M. Kemal’in devlet adamlığı, kişiliği ve hayatı, Türklüğünü İslâm’la

aynı gören millete ışık tutabilir mi? Taban tabana zıt iki anlayış

uyuşabilir mi? M. Kemal’in, Allah’ı insanların uydurduğuna, âyetleri

peygamberlerin yazdığına, İslâm’ın Türklerin beynini sulandırdığı

dair hakkında beyanları ve el yazıları olmasına rağmen onun Kur’ân’a

hizmet ettiğini, samimi bir Müslüman olduğunu söyleyenlerin Türk

milliyetçiliği kıyamete kadar bu ülkede abâd olmaz. Şu görüşleri

taşıyan Türkçü veya Türk milliyetçiliği iflah olur mu?

“SİYASÎ ÜMMETÇİLER ATATÜRK’TEN SOĞUTUYORLAR”

MIŞ!

“Atatürk, Kur’an’ın herkes tarafından kolayca anlaşılması için büyük

bir çaba gösterecek kadar samimi bir Müslüman’dır. Atatürk’ün

Batıcılığı da saptırılmıştır. O, muasır medeniyet seviyesinin üstüne

çıkmayı hedefleyen, yani Batı’nın vardığı noktayı aşan bir medeniyeti

hedef göstermişti. Doğrusu da buydu. Oysa bir kısım siyasi

ümmetçiler onu Batı hayranı olarak tanıtarak halkından soğutma

gayreti içindedirler. Atatürk’ü hiç okumadan, bu propagandaların

etkisi altına girmiş ve Atatürk’ü kendi değerlerimize yabancılaşmakla

suçlamaktadırlar. Bunda, Cumhuriyet idaresini içine sindiremeyen,

aşırı tutucu Müslüman-Arap dünyasının ülkemizdeki

propagandalarının da etkisi olduğu açıktır.”

Son derece komik ve gerçeklerden uzak cümleler bunlar…

ÂRIZALI BİR SÖZ: “TÜRK MİLLİYETÇİLERİ ATATÜRK’Ü

DOĞRU ANLATMALI”

Özrüyle kalmayıp, kabahatine kabahat ekleyen şu düşünceler Türk

milliyetçisi birisinden sâdır olabiliyorsa Türk gençliğinin işi zor

demektir:

“Gâzi Mustafa Kemal Atatürk hakkında olumsuz propagandalara

seyirci kalmamak Türk milliyetçiliğinin görevleri arasındadır.

Gençlerimize milliyetçi saydığımız yazar ve mütefekkirlerin

görüşleriyle Atatürk’ü sağlıklı olarak öğretmek gerek. Devletin

temellerini Cumhuriyet üzerine inşa etmesi laik ve üniter devlet

yapısını yerleştirmesi sayesinde ülkemiz, tüm zorluklar ve yanlış

idarelere rağmen her türlü tehlikeye karşı göğüs gerebilen bir dünya

devleti hâlinde varlığını devam ettirebilmektedir. Türk milliyetçileri

olarak, O’nun çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren yeşermeye

başlayan sağlam millî karakterini, devlet adamlığını ve ülkülerin

dayandığı millî temelleri inceleyip, gençlerimize doğru olarak

aktarmak zorundayız.”

MALÛL BİR İFADE: “ATATÜRK, ALLAH’IN TÜRK MİLLETİNE

BİR LÜTFUDUR”

Gençliği de devlet adamlığı da içki sofralarında geçen, Türklüğe

pozitivist zaviyeden bakan M. Kemal’in karakterinden İslâm

mânasına gelen “millî ülkü” sâdır olabilir mi? İslâm’la hâlhamur olan

Türk milletinin pozitivist-seküler zemine dayanan Atatürkçülüğe karşı

olması gerektiğini idrak edemeyen bir kısım zavallı Türkçü veya Türk

milliyetçilerinin elinde Türklük âbad olamaz.

Laiklikle malûl Türkçü ve Türk milliyetçileri hâlâ “Atatürk’ü,

Allah’ın Türk milletine bir lütfu…” olarak görmeye devam ediyorlar

ki, Müslümanca hayat ve devlet sistemiyle yeniden buluşmaya niyetli

Türk milletinin aşağıdaki pür-ârızalı düşüncelerle dolu bir Türk

milliyetçiliğine rağbet göstermesini beklemek ham hayâl olsa gerek:

“Atatürk, felsefi köklerini büyük Türk milliyetçisi düşünür Ziya

Gökalp’in attığı bir proje olan Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti, dönemin en ileri siyasal projesidir. Keşke Ziya

Gökalp 1924’te ölmeseydi de M. Kemal Atatürk’e fikrî yoldaşlık

yapmaya devam etseydi. Ancak, bütün olarak bakıldığında Atatürk’ün

hayatının ve eserlerinin olağanüstü olduğu görülür. Böyle bir hayatı

yaşayan ve neticede yurttaşı olduğumuz bir devleti kuran, bize

bırakan Atatürk’ün, Allah’ın Türk milletine bir lütfu olduğunu

görmemek için kör olmak lâzım.”

İslâm’ı seküler bir sistem içinde kültürel bir unsur olarak gören laikçi

Ziya Gökalp ölmeseydi de M. Kemal Atatürk’e yoldaşlık etseydi

diyen milliyetçilik anlayışı zavallılık taşıyor. İslâm’la mündemiç olan

Türklüğe hiçbir müsbet değer katmayan M. Kemal’in hayatına ve

eserlerine olağanüstü kıymet atfeden milliyetçi düşüncenin bu ülkede

neşv ü nema bulacağını söylemek akla ziyandır.

“ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ GÖZDEN

DÜŞÜRÜLÜYORMUŞ!”

“Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Mustafa Kemal Atatürk tartışmaya

açılmaktadır” diyerek hayıflanan Türkçü bir kuruluşun serdettiği iflah

olmaz düşüncelerin hülâsasını okuyunca hangi akl-ı selim

hâlihazırdaki Türkçü- milliyetçilere itibar eder:

Cumhuriyet  ve Atatürk  hakkında  tereddütler ve soru işaretleri

oluşturulmaktaymış. Atatürk’ü Türk milliyetçiliği dışına çıkarmak ve

Türk milliyetçiliği ile Atatürk’ü birlikte düşündürmemek için

propagandalar yapılmaktaymış. Birçok  gâfilde (!) Atatürk’e ve 

Atatürkçülüğe  açıktan olmasa da  “soğuk” ve “olumsuz” bakar

olmuş.

Bu traji-komik kaygılara kim teveccüh eder?

M. KEMAL’İ “ULU ÖNDER VE CUMHURİYETİ MİLLÎ

MÜCADELE’NİN DEVAMI SAYMAK”

Bir başka yanlışları da M. Kemal’i ulu önder saymaları ve

Cumhuriyeti Millî Mücadele’nin devamı olarak görmeleridir.

Hayıflandıkları hususlardan biri de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu

fikrinin Türkçülük-milliyetçilik; kurucusunun da Türkçü milliyetçi

olduğunun üstünün örtülmesiymiş… Dahası var, Cumhuriyet ile

Türkçülük  ideolojisinin bir araya getirilmemesi için Atatürk  adı ile

“Türkçülük” ve “Türk milliyetçiliği” kavramlarını birbirinden ayrı ve

karşıt olduğu fikrinin işlenmesiymiş…  Şu elim kaygıya bakın.

“ATATÜRK, CUMHURİYET VE TÜRKLÜK BİRBİRİNİN

AYRILMAZ PARÇALARIYMIŞ”

Fikirleri ârızalı ve her tarafları eklektik olan bir kısım Türk

milliyetçilerinin sevinip övündüğü şeyler İslâmlaşmış Türk milleti

gerçeğinden o kadar uzak ki… Atatürk de  Ziya Gökalp’i,

Türkçülüğün en büyük fikir adamı ve “fikrimin babası”  diyerek tavsif

ediyormuş. Dolayısıyla Türkçülük, Türk milliyetçiliği, Türkiye

Cumhuriyeti ve Atatürk  birbirinden ayrılmaz kavramlarmış. Hepsi

aynı kapıya çıkar, aynı anlama gelirmiş.

“NUTUK, MİLLİYETÇİLİĞİN BİRİNCİ ELDEN

BELGESİ”İMİŞ!

Ârızalı halleriyle hâlâ millet üstünde veraset ve vesayet talep eden bu

zihniyetteki milliyetçilere göre M. Kemal’in “Nutuk”u Türk

milliyetçiliğinin birinci elden belgesiymiş... Yakın mâzide Türkçü

kuruluşun ünlü başkanı ve M. Kemal’in iki defa (192o-1925) Millî

Eğitim Bakanlığına  getirdiği  Hamdullah Suphi’nin, “Türk

Milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk arasında derin

beraberlik olduğunu…”  dair sözlerini övünerek anlatıyorlar:

“Bin iki yüz seneden beri Türk milletine hitap eden Orhun Kitabesi,

nihayet asırlarca zaman sonra bizden, Anadolu’dan cevabını aldı. Bu

cevap, Türk’ün hakkı ve Türk için Türk Devletini kuran ve Türk

milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timsali olan genç

kahramanın sesidir.” 

Hamdullah Suphi, M. Kemal’i Göktürk  devrine bağlıyor. Ona göre,

“Göktürk devletinden sonra  Türk adını iki bin yıl sonra  ikinci defa

kullanan  Türk devleti, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti

olmuştur.”(Dağ Yolu)

“TÜRKLÜK GÖKTÜRKLERLE BAŞLAMIŞ, ATATÜRK

CUMHURİYETİYLE DEVAM EDİYOR”MUŞ!

Bu malûl milliyetçilere göre Türklük Göktürklerle başlamış ve iki bin

yıl sonra Atatürk Cumhuriyeti ile yeniden kurulmuş. Demek ki bu

anlayışa göre aradaki onlarca asır içinde Türklük buharlaşıp göğe

çekilmiş. İslâmlaşıp devlet olan Selçuklu ve Osmanlı asırlarında

Türklük yokmuş.

“Atatürk’ün  ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenler,

Türkçü-Türk milliyetçisi bir zihniyete sahip olmadıkları için

Türkçülük ve milliyetçilik kavramlarını içi boş hâle getiriliyor,

aleyhte propaganda yapanlar çoğalıyor” muş!

Hâsıl-ı kelâm, Türkiye, Müslüman Türk milletinin bin yıllık toplum

bilgisiyle uyuşmayan, böylesine ârızalı, teorik, kurgusal ve seküler

milliyetçiliğe muhtaç değildir.




















habervaktim.com
İlkesiz İzzetsiz Zorbalar - Cemal Nar
Yazarın Tüm Yazıları »

Bugün gerek Türkiye’de, gerekse diğer İslam ülkelerinde İslam

kanunlarının uygulanabileceği bir siyasal ve toplumsal düzenin

kurulmasını amaçlayan hareketler hep var olmuştur. Olmuştur

olmasına ama kendilerini bir türlü doğru dürüst ifade edip anlatma ve

böylece hareketlerine taraftar ve yardımcı bulmada, kelimenin en

hafifi ile ifade edecek olursak, sıkıntı çekmişlerdir.

Çünkü İslam’a ve Müslümanlara en temel haklarını tanımayan ve her

bahaneyi kullanarak sürekli haksız hukuksuz eziyet ve işkenceleri ile

aşırı bir şekilde zulmeden zalim sistemler, her defasında bu İslamî

hareketleri, ileride olacaklara da ders olması düşüncesiyle, aşırı bir

şekilde ezmiş, yok etmek, kökünü kurutmak istemişlerdir.

Bu yüzünden İslamî hareketler her zaman kendilerini doğru ifade

edecek imkan ve fırsatı bulamamışlardır. Hep başka başka çağrışım

yapan isimler almış, istedikleri gibi kendilerini anlatamamış, hep bir

tarafı eksik kalmışlardır. Yada batıp batıp çıkmışlardır.

Bu gerçeği gören düşmanları, onu “hayata adapte olamamakla, çağın

ihtiyaçlarını karşılayamamakla, Batıcı sistemler karşısında

dayanamamakla” suçlamışlardır. Eksiklik, yetersizlik ve hayata

yetmezlikle itham etmişlerdir.

Acaba bu hareketlerin çoğunun uzun soluklu olmaması ve hiçbirinin

tam bir başarı yakalayamaması, muhaliflerinin dediği gibi, sadece

kendi kusurlarından, eksikliklerinden, yetmezliklerinden midir?

Hayır, hayır ve asla!

Kat’iyyen ve katıbeten öyle değildir.

Bu, zalimce bir aşağılamadır. Asıl sorun, ona düşman olanların İslam

karşısında kendilerini kaybedecek kadar kin ve nefrete bürünmeleri

ve onu yok etmek için akıl, mantık ve hukuk dışına çıkmalarıdır.

Akılsızlaşmaları ve ahlaksızlaşmaları, hatta alçaklaşmalarıdır.

Evet, burada bir sorun varsa, o da daha çok, demokrasi, insan hakları,

hukukun üstünlüğü ve halkın iradesine saygıdan dem vuran ama İslamî

Hareketler söz konusu olunca bütün bu ilkeleri bizzat kendileri

çiğneyen zalim, zorba, baskıcı, “otoriter”, “totaliter”, “diktatör” ve

“faşist” sistemlerin kaynaklanmaktadır.

Yoksa hukukun üstünlüğünün ve adaletin olduğu her zeminde

Müslümanlar başarıyı yakalayacakları kuşkusuzdur. Yakın ve uzak

tarihte yaşanan tecrübeler bunu açıkça gösterir.

Bunu çok iyi bilen Batılılar ve onlara uşaklık yapan bizdeki Batıcı

sistemler, komünizm, faşizm ve ırkçılık gibi ilkel düşünceler dahil,

her düşüncenin sosyal hayatta yer almasına izin verirken, İslam

düşüncesinin ve hareketinin sosyal hayatta yer almasına, devlet ve

düzen içinde etkin olmasına asla izin vermemiştir.

Ne akıl ve mantığa, ne sosyal adalet ve fırsat eşitliğine, ne milletin örf

ve adetlerine, ne tarih ve medeniyetine sığmayan bu zalim ilkellik için

hep bir kelimeyi karşımıza çıkarmıştır: “laiklik”. Laiklik din ve

milletin hayrına olan her düşünce ve hareketin yok biçilip edilmesinin

bir bahanesi olarak karşımıza çıkarılmıştır.

O yüzden her Müslümana bu kelime İblis kadar soğuk, şeytan kadar

düşman, Ebu Cehil kadar yok edilmesi gereken bir kavram olarak

ortada durmaktadır.

Yakın tarihimizi inceleyenler iki kelimeyle karşılaşacaklardır. İki

hain, zalim, fettan, kalleş kelime. Birisi laiklik, ötekisi irtica.

Bir Müslümana bu iki kelime şeytan kadar çirkin gelmiyorsa, otursun

imanını yeniden gözden geçirsin. “Ben Müslüman mıyım?” diye bir

kere daha yoklasın kendisini...











habervaktim.com
Armagedon Savaşı - Fuat Türker
Yazarın Tüm Yazıları »

Amik ovasında çok büyük olayların yaşanacağı, Peygamber(asm)’ın

hadislerinde haber verilen bir bilgi. Sıcaklık bugün o yönde oldukça

artmış durumda. Hadislerin ışığında, o bölgede çok büyük olayların

olacağı kuvvetle muhtemel. Peygamberimiz(asm) Ahir Zaman’a dair

her ne ihbar ettiyse, tahakkuk ettiğine şahit olduk. Peygamberimizin

hadisleri ve değerli birçok İslam âliminin günümüze kadar ulaşmış

eserleri, Ahir Zaman’da yaşanacak önemli olayları haber verirken,

büyük müjdelerin coşkusunu da bugüne taşıyor. Gerçekleşen ve şahit

olunan her olay inananlarca heyecanla izleniyor.

Hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz (asm), Melhame-i Uzma denilen

ya da günümüzde Armagedon olarak bilinen kıyamet öncesi büyük

savaşla ilgili mucizevî bir haber veriyor. Bu hadis, Muhammed İsa

Davud tarafından 1997 yılında Mısır’ da yayınlanan El Mehdiyyül

Muntazır Alelebvab adlı eserde yer alıyor. Emin Muhammed

Cemalüddin ise Hermeciddün adlı eserinin 20 ve 21’ inci sayfalarında

bu hadisi naklediyor.

Birçok hadis gösteriyor ki, Resulullah(asm), gelecekteki olayları –

Allah’ın dilemesiyle-görüp ümmetine haber veriyor. Bu hadisleri

nakleden sahabelerden biri olan Ebu Hureyre (ra)’dan;

“Hicretten 1400 sene sonraki akidlerden iki veya üç akid say. O vakit

Mehdi Emin çıkar ve bütün dünya ile harb eder. Dalalete düşenler ve

Allah’ ın gadabına uğramış olanlar ve münafıklar, İsra ve Mi’raç

beldesi olan Kudüs’ teki “Meciddun Dağları”nda onun için

toplanırlar. Bütün dünyanın ve bütün hilelerin melikesi de Mehdi’ye

karşı ki onun ismi zaniyedir. Bu melike o gün dünyayı dalalet ve küfre

sevk eder. Yahudiler de o gün dünyaca en yüksek makamdadırlar.

Bütün Kudüs’ e, mukaddes beldeye hâkimdirler. Bütün dünya

denizden ve havadan Mehdi’nin üzerine hücum eder. Ancak çok

soğuk ve çok sıcak beldeler müstesna. Mehdi bakar ki bütün dünya

çirkin hile ve planlarla aleyhinde ittifak ettiklerini görür. Fakat bilir

ki Allah daha şiddetli mekr sahibidir ki, onların bütün hilelerini akim

bırakır. Ve bütün kâinat onun mülküdür ve ona dönecektir ve merci

yalnız odur. Ve bütün dünya aslı ve feriyle onun bir hilkat şeceresidir.

İşte bu kudrete malik olan Cenab-ı Hak, Mehdi’ ye nusret için en

şiddetli bir darbe ile onları vurur ve karayı, denizi ve semayı onlar

üzerine yandırır. Ve Sema da onların üstüne şiddetli yağmurunu

yağdırır. O gün bütün ehl-i arz küffara lanet eder. Allah da bütün

küfrün zevalini irade eder.”

Peygamberimiz(asm)’ın 1400 yıl önce Hatay (Amik Ovası)’da Rusya

ile savaş olacağı ve ardından Hz. Mehdi(as)’ın çıkacağına dair haberi,

Celaleddın Suyuti'nin tasnifinden hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin

Alâmetleri, Syf; 72-73’de de şöyle bildiriliyor;

Hatip, Müttefek ve Müttefek'inde Ebu Hureyre'den tahric etti.

Resulullah (asm) buyurdu : “Beni asfar (RUSLAR) benim soyumdan

ve ismi ismime uygun bir vali (Mehdi)’ ye gadr ettikten sonra Amak

Ovası (Amik Ovası) denilen yerde sizinle savaşacaklardır. Burada

Müslümanların üçte biri kadarı öldürülür, sonra diğer birgün yine üçte

biri kadarı öldürülür. Son seferde ise savaş Beni Asfar (Ruslar)

aleyhine döner. Müslümanlar böylece savaşa devam eder ve

Konstantiniyye (İstanbul)’yi manen feth eder ve oradaki malları

taksim ederler. Tam bu sırada ise "Deccal sizin evinize girmiş ve

çocuklarınızı esir almıştır" şeklinde bir ses duyulacaktır.”

Bu savaş, hadislerde olduğu gibi Tevrat ve İncil’de de Kıyamet

Alameti olarak ve “Hermeciddun Harbi” ya da “Armageddon Harbi”

olarak geçiyor. İslam'da Melhame-i Kübra olarak bilinen savaş ile

Hristiyanlık ve Musevilik'te Armageddon olarak bilinen savaş

terminolojide aynı şeyi ifade ediyor. Aralarındaki temel fark

beklenen, bu savaşın genel içeriği ile ilgili üç farklı dinin yaklaşımı.

İncil´e göre Armageddon Savaşı, insanlık tarihinin son savaşı. Bu

savaşta iyiler ve kötüler son kez karşı karşıya gelecekler ve kötülükler

sona erecek;

“Ve altıncı melek kendi tasını büyük Fırat Irmağı üzerine

boşalttığında onun suyu çekildi. Tâ ki şarktan olan meliklerin yolu

hazırlana. Ve ejderin ağzından ve canavarın ağzından ve yalancı

peygamberin ağzından, kurbağalar misüllü üç nâpâk ruhun çıktığını

gördüm. Zira, bunlar alametler gösteren cin ruhları olup, zeminin ve

bütün dünyanın meliklerini, her şeye kadir Allah'ın o büyük gününün

muharebesine cem etmek için onların yanına giderler. [İşte hırsız gibi

gelirim. Ne mübarektir uyanık durup çıplak gezmemesi ve ayıbı

görünmemesi için kendi esvabını hıfz eden kimse]. Ve onları İbranice

Armeciddun (Hermeciddun ve Armagedon) denilen mahalle cem

ettiler”.

(Fırat’ın suyunun çekilmesi haberi de Peygamber(asm)’ın şu hadisi ile

birebir örtüşüyor.

“Fırat nehrinin suyu çekilip, altından bir dağ meydana çıkmadıkça

kıyamet kopmaz. Bu hazine üzerine kital vukua gelir, her yüzden

doksan dokuzu ölür. (Kitale iştirak edenlerden) Her kişi yalnız ben

halas-kurtulma-olacağım, diye ümitlenir.” (Riyazi's Salihin, 3/332)

Fırat bölgesinin kontrol altına alınması için de PKK'nın

görevlendirildiği açık. Bunu, pislik kahpe kalleş terör örgütü elebaşı

Öcalan da, “İslam’ın unutur, inkâr edilir kıldığı bu halk(Kürtler), tüm

tarikatçı yapılanmalara karşı Armagedon’da ağırlıklı olarak

Hıristiyanların ve Musevilerin yanında yer alacaktır” ifadeleriyle

açıkça dile getiriyor. Güneydoğu'da komünist bir harekete göz

yumuluyor olmasının tek sebebi, Armagedon'a zemin hazırlamak.

Armagedon'u gerçekleştirebilmek için İslam Birliği'nin olmaması

gerekiyor. Bunun için derin güçler Türkiye'yi de parçalamak,

Güneydoğu'yu ayırmak istiyorlar. Oluk oluk Kürt kanı akmasını

hedefliyorlar

… Savaşı zahirde elbette istemeyiz ama batında Allah’ın muradı nedir

bilemeyiz, takdirine boyun eğeriz. Biliriz ki her şey Allah'ın

kontrolündedir. Derin devletler de… Allah'ın kontrolü dışında kimse

plan yapamaz.

Bizler Kur’an’a tabiyiz; ona uygun davranır, kaderi izleriz. Güç

yetiremeyiz; işleri evirip çeviren Allah’tır. Attığı zaman o atar,

öldürdüğü zaman o öldürür. Ancak her olayı hayır ve hikmetle yaratır.

Bugün İslam coğrafyasındaki olaylar endişe verici ve çok zorlu

görünüyor olsa da-ki daha da artması muhtemel- yaşanan zulüm,

kargaşa ve çekilen acılar, yaklaşan kutlu dönemin doğum sancıları.

Yeryüzünde adalet, barış, huzur, sevgi, mutluluk, bolluk ve bereketin

hâkim olacağı kutlu çağın... "Ve saadet güneşinin de çıkması

yakınlaşmış.” ‪Çünkü sevgi çağındayız.

Ülkeler parça parça olmak yerine birlik olsa insanlar huzur ve

güvenlik içinde yaşar. Parçalanmak demek karmaşadır, savaştır; kan

durmaz. Sürekli saldırı, sürekli düşmanlık sürekli kaos demektir.

Ortadoğu’nun parçalanması, Ortadoğu’nun yok olması demektir.

Suriye’nin, Irak’ın ve halkının huzurdan uzak yaşadığı tüm ülkelerin

başına sevecen insanların geçmesi gerekli. En önemlisi İslam aleminin

başına bu özellikte birinin geçmesi. O kişi İmam Mehdi(as)’dır. İslam

ülkeleri buna yanaşmadığı sürece acı ve gözyaşı bitmez, oluk oluk

kan akar. Sadece iki seçenek var önümüzde…

Allah, Sabur ismini tecelli ettiriyor. Ta ki Mehdi’sini kabul edinceye

kadar.

"Nasıl helâk olur bir ümmet ki, evvelinde ben, sonunda Meryem oğlu

İsa (AS) ve ortasında da ehl-i beytimden Mehdi (as) vardır."

(Hz.İbn-i Abbas)

Kuşkusuz doğrusunu Rabbim bilir.





yeniakit.com.tr
Türkiye'nin Musul - Halep hamlesi

Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül bugünkü yazısında çıkacak 3.

Dünya savaşına bunun yansımalarına dikkat çekti. Türkiye'nin üzerine

Rusya'yı saldırttıklarını ama Türkiye'nin Musul hamlesinin İran'ı ve

diğer düşmanları boşa çıkardığını yazdı.

İşte Karagül'ün o yazısı:

Tam anlamıyla bir dünya savaşı arefesinde yaşıyoruz.
Böylesini Irak işgali döneminde bile görmedik. Savaşın sadece

Suriye'de yaşandığını sanıyorsunuz. Oysa Türkiye savaşın içinde,

Rusya içinde; İran içinde, Suudi Arabistan içinde. Atlantik

merkezinde yer alan her ülke; ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri bir

şekilde bu savaşın içinde.

BİR EL BÜTÜN ÜLKELERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRDÜ

Böylesine bir dağılmaya, bölgesel savrulmaya sadece Birinci Dünya

Savaşı döneminde tanık olduk. Tam da bölge yeniden ayağa

kalkacakken bir el bütün ülkeleri birbirine düşürdü. Türkiye'nin

coğrafyanın dirilişine yönelik bütün girişimleri sabote edildi.

EMPERYAL HARİTALAR ÇİZİLMEYE BAŞLANDI

Onların belirlediği cephelere göre düşmanlar belirler olduk. Bu

dostluk ve düşmanlığın kendi çıkarlarımıza, önceliklerimize göre

şekillendiğine inanır olduk. Belki bu çağın en büyük yalanı, en büyük

tuzağı bu olacak. Bazı ülkeler, bu büyük yalanın altına gizlenerek iş

pişirmeye, bölgesel emperyal haritalar çizmeye başladı.

SAVAŞI KABE'YE TAŞIMAK İSTİYORLAR

“İslam kendi içinde savaşacak” ve “Savaş İslam'ın kanlı sınırlarından

kalbine, merkezine yerleşecek” sözlerinin anlamını yeni yeni

kavrıyoruz. Yıllardır adım adım gelen, ilmik ilmik işlenen şey işte bu

büyük savaş içinmiş.

Ben bu sözleri, “Savaş İslam'ın kalbine yerleşecek” cümlesindeki

“kalbin” hep Mekke olduğuna, Kabe olduğuna inandım. Yeni küresel

istilanın ana adresinin bu adres olduğuna inandım. Bugün yaşadığımız

çözülmenin, bugün şekillenen cephelerin varacağı yer orası olacaktır.

Nihai kapışma Müslümanlar üzerinden burada yaşanacaktır. Krizi

adım adım izleyin, ayak izlerini takip edin nereye varacağını, nerede

duracağını çok açık göreceksiniz.

KUDÜS - MEKKE HATTI

İslam'ın sınırlarında Soğuk Savaş'tan kalma çatışmaları,

anlaşmazlıkları, ayrılıkları önce Mezopotamya'ya taşıdılar. Ardından

Kuzey Afrika'yı zayıflatıp hareket edemez hale getirdiler. Bir adım

sonrasında Kudüs-Mekke hattını vurmaya başladılar.

SON HALKAYA DİKKAT EDİN

İsrail üzerinden Kudüs'ü rehin alanlar şimdi Kabe'yi kuşatmaya, rehin

almaya çalışıyorlar. Onun etrafındaki halkada bulunan bütün ülkeleri

birer birer zayıflatıp, parçalayıp devre dışı bırakmaya çalışıyorlar.

Suriye krizinden sonra son halkaya, iç halkaya yönelecekler.

Doğrudan Kabe'nin etrafındaki halkayı vuracaklar.

İşte bu savaşı, savaş hazırlıklarını, bize nasıl bir harita sürprizi

yapılacağını, kimlerin hangi safta ve hangi kavgada yer aldığını iyi

belleyin.

Bugünlerin tarihini en ince ayrıntısına kadar not edin. Kişilerin,

çevrelerin, siyasi partilerin, örgütlerin nerede ve kimlerin yanında yer

aldığını unutmayın. Kimlerin hangi gerekçeyle hangi cephede

pozisyon aldıklarına iyi bakın.

Cizre ve Silopi'de Rusya, İran, PKK var

Bugünleri okumak, Birinci Dünya Savaşı dönemi cephelerini okumak

kadar önemlidir. Osmanlı siyasi haritasını darmadağın edenler,

coğrafyayı ikinci kez dağılma sürecine sokuyorlar. Belki bundan

sonra devletler kalmayacak. Devletçikler, şehir devletleri

şekillenecek.

MOSKOVA'YLA BİZİ BOĞMAYA KALKTILAR

Bu hesabı yapanlar Türkiye'yi işgale giriştiler. Şehirlerimizi,

ilçelerimizi işgal ettiler. Güneydoğu bölgemizi Suriyeleştirme çabası

içine girdiler. Türkiye'yi Suriye üzerinden çevreleme, boğma

operasyonları başattılar. Türkiye'ye güç yetiremeyeceklerini bildikleri

için Rusya'yı üzerimize saldılar. Moskova'nın sopasıyla bizi dövmeye

kalktılar.

Rusya, İran, Irak ve PKK/YPG ortaklığı böyle bir cephedir. Bu

cephenin esas amacı Türkiye'yi etkisiz bırakıp Suriye'yi denetim

altına almaktır. Suriye'den sonra da adres Basra Körfezi'dir.

PKK üzerinden servis edilen işgal girişimi aslında bölgesel oyunun bir

parçasıdır. Cizre ve Silopi'de denedikleri oyun böyle bir şeydir. PKK

üzerinden yürütülen bir işgal operasyonudur. Kobani modeli

denemeleri bundandır. Türkiye'ye açık açık “topraklarını işgal

ediyoruz sen sus” denmektedir. Hangi ülke böyle bir işgale göz

yumabilir? Hangi ülke egemenlik haklarını bir terör örgütüne

devredebilir?

Bizi Anadolu'da boğamazsınız

Türkiye PKK üzerinden yürütülen bu projenin bir devletler oyunu

olduğunu bilmeyecek kadar zavallı bir ülke midir? Bizler, PKK ve

YPG'nin Cizre ve Silopi'deki işgalinin bir örgüt işgali olmadığını,

arkasında hangi ülkeler olduğunu bilmeyecek kadar tarihsel şuur

eksikliği yaşayan bir millet olabilir miyiz? Bu ilçelerde operasyon

başlayacak ve Türkiye bu kirli hesapları tersyüz edecektir. İşte tam bu

sırada nerelerden ses yükseleceğine dikkat edin. Ses nereden

geliyorsa işgali yürütenler onlardır.

Türkiye diri ve güçlü bir ülkedir. Şaşırtıcı biçimde oyunlarını

başlarına geçirecektir. İç işgal girişimlerini boşa çıkaracaktır. İç işgali

destekleyen içerideki ihanet çemberini kıracaktır. Hemen çevresinde

örülen kuşatmayı yaracaktır. Suriye'nin Kuzeyi'nde ve Kafkaslar'da

örülmeye çalışılan duvarı yıkacaktır. Bu milleti Anadolu'da boğmaya

dönük her girişimin üstesinden gelecektir.

Şah İsmail'den bu yana ilk kez

Bağdat'tan yükselen Türkiye karşıtı sese dikkat ediyor musunuz? Bu

sesin sahibi Tahran'dır. Bu öfkeli ses, Fars yayılmasının Arapça ifade

ediliş biçimidir. Şah İsmail'den bu yana Şiilik hiçbir zaman

Müslümanları hedef alan böylesine saldırgan bir siyasi dile

dönüşmemişti. İran devrimi sırasında böyle değildi. Ancak son

yıllarda Tahran, Şiiliği bir öfke söylemine dönüştürdü. Şiilik

üzerinden Müslümanları hedef alır oldu. Bunu elinden geldiğince

gizlemeye çalışırken Rusya üzerinden ve örgütler üzerinden

Müslüman ülkeleri vurmaya başladı.

Türkiye, Suriye'deki ılımlı muhalefeti desteklediği için terörü

şehirlerimize taşıdılar. Bu kadarla yetinmeyip Kuzey Suriye koridoru

üzerinden Türkiye'nin Suriye ve Arap dünyasıyla bağlantısını kesmeye

çalıştılar. Bu koridoru da PKK/YPG eliyle denediler. Rusya ile kriz

de patlayınca Türkiye'nin felç olacağını, hareket edemeyeceğini

hesapladılar.

Ankara'nın şaşırtıcı hamlesi, Musul!

Ancak Ankara şaşırtıcı bir oyun oynadı. Bir taraftan içerideki işgal

girişimlerine karşı kapsamlı operasyona girişirken diğer yanda hiç

beklemedikleri bir yerden oyunu bozdu. Musul operasyonu askeri

taktik ve güç hesaplaşmaları açısından olağanüstüdür. Belki zamanla

bu operasyonun analizini yapacağız. Onlar müdahaleyi Suriye'den

bekliyordu ama Türk askeri Musul bölgesine yerleşti.

Oyunsa oyun, hamleyse hamle, satrançsa satranç...

Musul operasyonu ile Silopi ve Cizre operasyonları birbirini

tamamlayan operasyonlardır. Çünkü ilçelerimize yönelen işgal ile

Kuzey Suriye koridoru onların ortak saldırılarıydı.

Musul-Halep çizgisi: İşte bizim haritamız

Son bir şeye dikkat çekeyim: Musul-Halep çizgisi Türkiye'nin

geleceğini koruma çizgisidir. Bu çizgi savaş sebebidir. Bu kuşak

hiçbir şekilde bölgede bir başka ülkenin inisiyatifine

terkedilmeyecektir. Biz kendimizi bu çizgi üzerinden savunamazsak,

işgal Anadolu'nun içlerine kadar ilerleyecektir.

Biz kendi haritamızı şekillendiremezsek, bir bölge haritası

çizemezsek onlar bütün bölgenin haritasını değiştirecekleri gibi

Anadolu için de yeni bir harita çizeceklerdir. Öyleyse biz de bu

haritayı Musul-Halep arasında çizeriz.

Kuşatma yarılacak, Türkiye çok diri bir güç olarak bu kaostan zaferle

çıkacaktır. Rusya'ya; “Türkiye teröristlere sarin gazı veriyor”

diyenlerin ihaneti de, bu ihaneti yapanları koruyanların adı da bir

yerlere yazılacaktır.

O iradenin dönüşü ve acımasız direniş

Artık sadece diplomasi dönemi kapanmıştır. Güç hesaplaşması çok

şeyi değiştirecektir. Hem iç işgalcilere hem de dışarıdan kuşatanlara

karşı “acımasız direniş” devam etmektedir.

Yüz yıllık istiklal mücadelesinin son cephesinde omuz omuza

mücadele edenlerle ihanet edenler işte bu dönemde ayrışacaktır.

Selçuklu'yu, Osmanlı'yı vareden irade, Haçlılara, Moğol istilasına

direnen irade kazanacaktır. Bu irade tarihin birçok döneminde

bölgenin yeni haritasını biçimlendirdi. Bir kez daha harita

çizecektir…